Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Önceki hafta Merkez Bankası para programını açıkladı. 48 sayfalık programın son sayfalarında global rekabet içinde Türkiye’nin konumu tartışılıyor. Tabii bu uluslararası rekabetteki konumumuz.
Bir de yurtiçindeki rekabet konusu var. Üstelik yurtiçinde rekabet yoksa, yurtdışında da rekabeti sağlamak zor. Bu konuda DİE sık sık veri yayımlıyor. Mesela geçen kasım ayında yayımlanan raporda şöyle deniyordu:
"Yapılan açıklamaya göre,
• ‘başka yerde sayılmayan diğer ulaşım araçlarının imalatı’ ve ‘spor malzemeleri imalatı’ faaliyet sınıflarında monopol,
• ‘sanayide kullanılan işlem kontrol teçhizatı’ imalatı sektöründe duopol,
• ‘plak, kaset vb. kayıtlı medyanın çoğaltılması’, ‘saat imalatı’, ‘içten yanmalım motor ve türbin imalatı’, ‘metalurji makineleri imalatı’, ‘suni ve sentetik elyaf imalatı, kok fırın ürünleri imalatı’ ve ‘motosiklet imalatı’ faaliyet sınıflarında oligopol bir piyasa yapısı mevcuttur.
Acaba bu yapı neden kaynaklanıyor? Ülkedeki toplam talep kurulan üretim kapasitesine yetmiyor kaldırmıyor olabilir. Bu durumda o firma ister istemez tekelleşir. Ya da çimentoda olduğu gibi ortaya kapasite fazlası çıkar. Ancak tekellerin veya monopollerin bir başka zararını da unutmayalım. Dış rekabet yoksa fiyatı istedikleri düzeye çıkarabilirler ve tüketici bundan zarar görür. İşte bu konuyla görevli kurum Rekabet Kurumu. Eğer piyasada egemen bir durum söz konusu ve bu kötü kullanılıyorsa, buna "hakim durumu kötüye kullanma" deniyor. Ve tabii ki cezalandırılıyor.
Rekabet Yasası özünü Roma Anlaşması’nın 85 ve 86. maddelerinden alıyor. Nihai amaç tüketicilerin fahiş fiyatla mal almasına engel olmak. Duopol ise iki firmanın piyasaya egemen olması ve oligopol de birkaç firmanın piyasaya egemen olması demek. Bazen oligopolistik piyasalarda "uyumlu eylem" denilen yöntemle firmalar aralarında anlaşarak fiyat saptıyor. Tüketiciler de kuzu kuzu o fiyattan almaya mecbur oluyorlar. Bazen ise tekel fiyatı tek başına belirliyor.
Rekabet Kurulu’nun bunlara "dur" demesi gerekiyor. Son derece önemli bu yasayı 1992’de sosyal demokratlar hazırlamış ve 1994 yılında da yasalaştırmıştı. Ekonomide demokrasi ve adaleti sağlaması bakımından sosyal demokratların bu son derece önemli kazanımına ne yazıktır CHP sahip çıkmıyor. Neden acaba?
Rekabet Yasası 1994 yılı sonunda çıkmasına rağmen, ancak 1997 yılında işe başlayabilmişti. Yukarıdaki tabloda kurulun faaliyeti görülüyor. İki yıl toplam 30 başvurunun ancak yarısını sonuçlandırabilmiş. Ertesi yıl da muafiyet başvuruları patlamış. Ancak kurul bunların çok azını sonuçlandırabilmiş. Daha sonraki yıllarda başvurular üç aşağı beş yukarı aynı düzeyde kalmış. Ve genellikle de aynı yıl içinde sonuçlar elde edilebilir hale gelinmiş.
Son yıllarda başvuruların neredeyse üçte ikisini rekabet ihlalleri oluşturuyor. Birleşme ve devralma başvuruları ise toplam içinde yüzde 25 kadar bir paya sahip. Muafiyet başvuruları ise giderek azalmış. Yahut gereksinim azalmış diyebiliriz. Demek ki, artık yeni kurulan büyük kuruluş pek olmuyor.
Rekabet Kurulu’nun olması demek, elbette rekabetin sağlanması demek değil. Ülkemizde hala rekabetin tesis edilemediği birçok alan bulunuyor. İşte son DİE raporu. Tabii her monopolün de piyasadaki egemen durumunun kötüye kullanılması gerekmez. Bunun Kurul tarafından incelenmesi ve belirlenmesi gerekir.
Rekabet konusuna önem verilmesinin birinci koşulu toplumsal duyarlılıktır. Bunun ülkemizde olduğunu pek sanmıyoruz. Engellilere sağlanan kolaylıklar, tüketicilerin haklarının korunması, ekonomide adil bir rekabetçi düzenin sağlanması çağdaş sosyal demokrasinin önemli kavramları. Sosyal demokratlar ancak bunlara sahip çıktıkça güç kazanacaktır.
Rekabet kavramı ekonominin alfabesidir. Bununla beraber, rekabetin de denetlenmesi ve düzenlenmesi gerekir. Özellikle, sosyal adaletçilerin buna inanması gerekir.