Enflasyon hayat pahalılığı demek değildir. Japonya’da hayat pahalıdır ama enflasyon düşüktür. Enflasyon, fiyatların sürekli artması demektir. Tabii fiyatlar sürekli arttığında dar gelirli olan ücretlilerin satın alma gücü sürekli düştüğünden yaşam da pahalı hale gelir.
Ülkemizde 1973 petrol krizinden bu yana yüksek enflasyon var. O kriz birçok gelişmekte olan ülkeyi olumsuz etkiledi. Aşağıdaki tabloda bu görülüyor.
Görülen manzara şudur:
Petrol krizi döneminde, komünist ülkeler dışarıda bırakılırsa, Türkiye Arjantin’den sonra en fazla etkilenen gelişmekte olan ülke olmuş. Oysa, Arjantin, Türkiye gibi hala krizde olsa bile, enflasyondan kurtulmuş..
Enflasyon ortalaması ülkemizde Latin Amerika ülkeleri gibi üç haneli rakamlara pek ulaşmamış, ama hep yükselmiş.
İyi kötü her ülke 1990’lı yıllarda enflasyonla mücadelede belli bir mesafe alırken, biz bocalamaya devam etmişiz.
1990’lı yılların ikinci yarısında enflasyon düzeyimiz Rusya’nın enflasyonunun iki katına yaklaşarak şampiyonluğu elde etmiş.
Rusya artık enflasyon sorununu büyük ölçüde çözmektedir. Oysa Türkiye 2000 yılındaki yol kazalarından sonra enflasyon oranı hedefini yükseltmek zorunda kalmıştır.
Uzakdoğu ülkelerinde enflasyon temel bir sorun olmamıştı. Temel sorun hep cari işlemlerdeydi (yahut da döviz gelir-gider hesabında). Oysa Latin Amerika ülkelerinde enflasyon petrol krizi sonrası arttığı gibi, 1980’li yıllarda izlenen politikaların yetersiz, ya da zamansızlığı nedeniyle enflasyon da körüklendi. Latin Amerika ülkelerinin çoğunda ciddi kamu açıkları sorunu vardı. Keza Türkiye’de de. Bu konuda atılan adımlarla çoğu ülke bu sorunu 1990’lı yıllarda aştı. Türkiye ise hala yerinde sayıyor.
1990’lı yıllarda dünyada enflasyon düştü. Üstelik petrol fiyatlarındaki genel istikrar da buna yardım etti. Ancak çoğu gelişmekte olan ülke kamu açıklarını ortadan kaldırmak için yapısal reformları ele aldılar. Öte yandan, bu ülkelerde ciddi sermaye girişleri yaşandı. Kur rejimlerini sabitleştirenler bu girişlerden olumsuz etkilendiler. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde ekonomide yeniden ısınmalar gözlendi.
Bize göre enflasyondaki manzara acıklıdır. Baskette finale de kalsak, şampiyonluğa bile ulaşsak bu konudaki şampiyonluğumuzu gölgelemez. Bu yıl enflasyonun daha da yükseleceğini düşünürsek, iyi yolda olmadığımız anlaşılır.
Enflasyonun uzun yıllar sürdüğü bir ülkede döviz serbestse, kur da sürekli enflasyon kadar artıyorsa, vatandaşın parasının değerini korumasının yolu dövizdir. Bu duruma, ulusal para artık bir kenara konduğundan "dolarizasyon", ekonomi literatüründe de "para ikamesi" (currency subsitution) deniyor. Para ikamesinin en önemli göstergesi döviz hesaplarının para arzına oranının giderek büyümesi. Bir başka deyimle TL mevduatların giderek rolünün azalması.
Ülkemizde bu yapı, ne yazık ki yıllarca süregelen politikalarla, son derece olumsuz bir noktaya gelmiş bulunuyor. 1980’li yıllarda izlenen devalüasyon politikası kuru enflasyonun üzerinde sürdürüyordu. Bu strateji düzenli biçimde uygulandı. Ve vatandaş da haliyle döviz aldı, döviz borçlandı. Bu arada ihracat da biraz toparlandı. 1990’lı yıllarda ise bu strateji değişti. Kur politikasında devalüasyon normalleştirilerek, TL faizi devalüasyonun üstünde seyretti. Böylece vatandaşın da zamanla TL’ye dönmesi bekleniyordu. Bu değişim o tarihteki Merkez Bankası ve Başbakan özal tarafından başlatıldı. Ancak 1994 devalüasyonuyla bu strateji geçerliğini yitirdi. 2000 yılında kurun enflasyonun çok altında gideceği alenen taahhüt edilmesine rağmen, vatandaş yine güvenmedi: DTH’larda çözülme değil, artış yaşandı. Programa güvenen zararlı çıktı. Zararlı çıkan da şubat krizinden sonra TL’sini bozup döviz aldı, kara geçti.
Dolarizasyon bize özgü değil. Başka ülkelerde de var. Bulgaristan’da bir ara döviz hesapları neredeyse para arzının yüzde 60’ına dayanmış. Sonra enflasyonun (para kurulu uygulamasıyla) düşmesiyle kısmi bir rahatlama yaşanmış ve yüzde 40’lara düşmüş. Arjantin’de 1991 yılında para arzının yüzde 35’leri kadar döviz mevduatı varken, şimdi bu oran yüzde 60’lara dayanmış durumda. Yani işler tersine çalışmış. Tam sabit kur, Arjantin’in katlı kur sisteminden daha iyi çalışmış. Peru’da da 1991’deki aynı oran 1999 yılına gelindiğinde yüzde 60’lara dayanmıştı.
Dolarizasyon her ülkede yoğun değil. Amerika’nın hemen sınırındaki Meksika’da, El Salvador ve şili’de sınırlı; yüzde 10’lar civarında. Bazı ülkeler ise göreli olarak daha kötü (ama bizden hayli iyi) durumda. Arjantin, Kosta Rika, Nikaragua, Honduras ve Paraguay’ın durumu hiç de parlak değil. Ancak ilk üç ülke maşallah son on yılda yüzde 40’lardan yüzde 60’lara gelmiş durumda. Dolarizasyonda madalyonu ise Bolivya, Peru ve Uruguay kazanıyor. Yüzde 70’leri aşan bu ülkeler bize de önemli bir mesajı veriyor.
Düşük dolarizasyonlu ülkelerde durum gayet normal. El Salvador’da on yılda yüzde 2’den 8’e çıkmış. Meksika’da ise yüzde 8’den yüzde 16’ya çıksa da 1994 krizi sonrası hızla önceki noktaya geri gelmiş. En ilginci ise şili’de. Son birkaç yılı bir tarafa bırakırsak, dolarizasyon yüzde 16’dan yüzde 2’ye kadar gerileyebilmiş.
Orta dozlu dolarizasyonun olduğu tüm ülkeler hızla kötüleşmekteler. Her birinde en az iki kat artış var. Bizim için en ilginci tabii şu aralar krizden kendini kurtaramayan Arjantin. Arjantin’de on yıl önce dolarizasyon yüzde 30’lar civarındaymış. Oysa bu kadar kısa bir sürede oran tam iki kat olmuş. Tabii bu kadar dış borç artınca devalüasyon beklentisi de artıyor ve vatandaş da dolara kayıyor.
"Türkiye’yi Allah korumuş" diyebileceğimiz ülkeler ise Bolivya ve Peru gibi ülkeler. Bu ülkelerde yerli para neredeyse kalmamış. Yüzde 80-90 oranında mevduatlar yabancı paraya dönmüş. Keşke yerli parayı tedavülden kaldırsalar veya katı para kurulu uygulamasına geçilse.
Ankara Ticaret Odası’nın dolarizasyona karşı başlattığı kampanyayı desteklememek mümkün değil. çünkü iyi niyet taşıyor. Ancak bu kampanyanın başarılı olma şansı, ne yazık ki, çok yüksek değil. Dolarizasyona karşı yürütülebilecek en doğru strateji enflasyonu düşürmek, yani ulusal parayı güçlü hale getirmektir. Ancak şunu da hatırlatmamız gerek: birçok oda geçen istikrar programına yeterince destek verseydi ve enflasyon düşseydi, belki de dolarizasyon süreci Rusya’da olduğu gibi azalma eğilimi gösterebilirdi. Olmadı. Zam yapma iştahı ağır bastı. O zamanlar televizyon programlarına çıkıp "kur geride kaldı, böyle olmaz" diyenler, şimdi "kur çok gitti" diye hayıflanıyorlar.
Enflasyonu kalıcı biçimde indiremezsek dolarizasyon da sürecektir.