Yıllar önceydi. Bir bankanın bir grup yöneticisine Bankers’ Challenge isimli simülasyonu uyguluyorduk. Katılımcılardan biri genç bir hazine yöneticisiydi. Sürekli makroekonomik senaryodaki bono faizlerinin gecelik faizlerin altına inmesine itiraz ediyor, "olmaz o zaman yatırımcı niye bono alsın ki" diyordu. Kendisine bunun istikrara doğru giderken mümkün olabileceğini anlatmaya çalışsak da, hatta mesleğimizin para ekonomisi hocalığı olduğunu hatırlatsak da fayda etmedi. Bir türlü ikna edemedik. Ona göre illa ki gecelik faizler bononun altında olmalıydı. Anlaşılan, riskli ortamın getirdiği miyoplaşma beklenti olgusunun gelişmesini engellemişti.
2000 yılı itibariyle bono faizleri birdenbire yüzde 30’lara geriledi. Yılın ilk yarısında bono faizleri genellikle repo faizlerinin altında seyretti. Aşırı bir iyimserlik yayılmıştı. Repo piyasasında ise faizler bir türlü düşmüyordu. Çünkü (özellikle kamu bankaları ile Demirbank’ın) yüklü kısa vadelik kaynak gereksinimi vardı. Uzun vadede ise faizlerdeki düşüş beklentisi bono faizlerini repo getirisinin altında itiyordu. Genç hazineciyi anımsadık. Tabii enflasyon düşmediği için bu durum çok fazla sürdürülemezdi. Nitekim krizle de sonuçlandı.
Şubat devalüasyonundan sonra iç borç tuzağında olduğumuzu IMF hatırlatınca anladık! İç borcun milli gelir içinde hızla küçültülmesi için, yüksek faizli borçlanma gereksiniminin azaltılması ve büyümenin sağlanması gerekiyordu. Bu gereksinimin azaltılması için hem bütçede faiz - dışı fazlanın artırılması hedeflendi, hem de IMF’den yüklü bir borç alındı. Ayrıca aşırı likidite talebi yaratan kamu bankalarının borçları karşılandı. Böylece repo piyasasında faizin tek belirleyicisi Merkez Bankası (MB) oldu. Bu çok önemliydi, çünkü esnek kur sisteminde faizleri belirleyebilen MB, para politikasında daha önemli bir etkiye sahip oluyordu. Artık istenirse kısa vadeli faizler aşağıya çekilebilir ve bu kalıcı olabilirdi.
2002 yılı bütçesi de geçen yıl olduğu gibi dış kaynaksız bağlanamıyor. IMF kaynağının geliş haberi ise bono üzerindeki risk primlerini iskonto ederek faizleri hızla düşürüyor. Öylesine ki, şu ara bononun günlük getirisi yine gecelik repo faizlerinin altına inmiş durumda. Önceki gün televizyonda bir yorumcunun "bu böyle gitmez, Merkez Bankası’nın kotasyon indirimine gitmesi gerekiyor" dediğini duyunca aklıma yine o hazineci geldi.
Oysa kotasyon indirimi (yani MB’nin gecelik piyasada belirlediği faiz) aslında ancak likiditede ciddi bir daralma gözlenirse düşünülebilir. Aksi takdirde, özellikle şu ara, TL talebinin canlı tutulması bakımından indirim hata olur. Kaldı ki, henüz enflasyon iniş trendine girmiş de değildir. İnme trendine girildiğinde ise enflasyon hedeflemesine geçilecek, zaten kısa vadeli faizlerle (olasılıkla da önce yukarı doğru) oynamalar gerçekleşecektir. Kalıcı denge için sabırla beklenmelidir. Aceleye gerek yoktur. Yaz aylarında ısrarla MB’nin kotasyon indirimine gitmesini telkin eden birçok köşe yazarına işte bu gerekçelerle katılmamıştık. Özetle, kotasyon indirimi için, kurdaki istikrar yetmez, enflasyonun düşüş trendi de görülmelidir.