Geçen yıl bu aralar finans piyasalarında karabasan havası vardı. Bankaların ödemeler mekanizması kilitlenmiş, yabancılar da sürekli ülkeyi terk ediyordu. Neden böyle bir süreç başlamıştı?
Geçen program enflasyonla mücadeleyi amaçlıyordu. Daha önceleri her ay oranı belli olan devalüasyon, ertesi ay oranı belli olan enflasyonu yaratıyordu. Para otoritesi bu yapıyı, yani enflasyonist beklentileri kırabilmek için en önemli belirleyici olan döviz kuruna çapa taktı. Böylece kur öngörülebilecek ve her ay devalüasyon oranı düşecekti. Yapılması gereken tek şey devlete güvenmekti. Nominal faizler hızla düşerken bono almak Allah’ın emri haline gelmişti. Bankalar olabildiğince yurtdışından para bularak devlete veriyorlar, devlet borçları çeviriyor, bankalar da kar yazıyorlardı. Oh ne ala, ne ala!
Sıcak paraya dayalı bu sistem yaz aylarına kadar sürdü. Sonra kamu maliyesinde hiçbir reformun yapılmadığı ortaya çıktı. Devletin piyasadan borçlanması bir türlü azalmıyor, faizlerdeki düşüş de aksıyordu. Kaldı ki, ilk başta bütçe disiplini yeterince sağlanmadığından nominal faizler olması gereğinden hızlı düşmüş, talep aşırı canlanmış ve ithalat patlamıştı. Büyüyen bu cari açıklar (döviz dengesizliği) ise yabancı yatırımcıyı ürkütüyordu.
Asıl önemlisi kamu bankalarında vahim bir durum vardı. Açıkçası, Deniz Gökçe hariç pek uyaran da olmamıştı. Bu bankaların artan görev zararlarını gecelik piyasadan borçlanmaları faizlerin düşmesini engelliyor, bonolar da zarar yazmaya başlıyordu. Böylesi bir durumda devlete güvenen bir kesim gerekiyordu. Kiminde Demirbank gibi saf vatandaşlar bonoları olabildiğince aldılar. Günlük bazda zarar etseler bile eninde sonunda devlet kendine çekidüzen verir diye umdular. Tabii yanıldılar. Devlete güvenmenin cezasını çektiler.
Kasım krizi henüz yeterince irdelenmedi. Oysa o kriz doğru algılansaydı, bugün uygulananları daha rahat anlardık. Kasım krizinde para otoritesi hazırlıklı olsa, yahut da irade gösterebilseydi, şubat krizi belki hiç yaşanmayabilirdi. Çünkü gerek artan faizler, gerekse ekonomideki soğuma göstergeleri cari işlemlerdeki sorunları bertaraf edecekti.
- 15 Kasım Çarşamba:
Piyasada sıkıntı gözleniyor, özellikle Demirbank hakkında söylentiler yayılıyordu. Bono faizleri birkaç puan yükselirken, repo faizleri yüzde 92’ye tırmanıyordu.
- 17 Kasım Cuma:
Ülkeden 109 milyon dolar çıkıyordu. MB’nin piyasayı 459 trilyon TL fonlamasıyla repo faizleri yüzde 79’a gevşiyor, bonolar da aynı oranlarda kalıyordu.
- 20 Kasım Pazartesi:
MB’nin repoda 325 trilyon para vermesiyle faizler yüzde 48’e gevşiyor, ancak bonolardaki faiz yükselişi gözleniyordu.
- 21 Kasım Salı:
Demirbank’ın likidite sorunu artıyor, ancak MB Net İç Varlıklar hedefini aşmamak için müdahaleden kaçınıyordu. Repo oranları yeniden yüzde 80’lere çıkıyor, bunun üzerine MB akşam saat 17’de yüzde 68 faizle 850 trilyonu veriyordu.
- 22 Kasım Çarşamba:
Kara çarşamba olarak bilinen o gün 1.5 milyar dolar yabancı sermaye ülkeyi terk ediyordu. Gecelik repo faizleri yüzde 152’ye fırlarken, bono faizleri hâlâ yüzde 49’da kalıyordu. Yani likidite sıkışıklığına ve yabancıların gitmesine rağmen programa güven içeride sürüyordu. Gerek Demirbank, gerekse kamu bankaları bu sıkışıklık nedeniyle güçlük çekiyordu. Bunun üzerine en son durumda borç veren (lender - of - the - last resort) Merkez Bankası yüzde 210 faizle o gün 1.3 katrilyonu piyasaya veriyordu. Ancak bu, çıkan dövizin yarattığı likidite sıkışıklığını bertaraf edecek düzeyde değildi. Gerçi ertesi gün gecelik faizler bir miktar gevşeyerek yüzde 93’ün altına inse de, gelişmeler büyük tahribat yapıyordu.
- 24 Kasım Cuma:
BDDK Başkanı Temizel dedikodularla ilgili bazı bankaları uyarıyordu. Buna rağmen 455 milyon dolarlık yabancı çıkışı gözleniyordu. Böylece bir haftada MB 3 milyar dolarlık rezerv kaybına oluşmuştu. Repo faizleri tekrar yüzde 114’e fırlıyor. Bono faizleri değişmiyor ama MB o gün toplam 1.75 katrilyonluk repo ihalesi açıyordu.
- 27 Kasım Pazartesi:
MB ve Hazine’nin bonoda geri alım ihaleleri ile tüm faizler gevşiyordu. Ancak yabancı çıkışı sürüyordu; 630 milyon dolar.
- 28 Kasım Salı:
Bire günde 1.2 milyar dolarlık çıkış gerçekleşiyordu. Buna rağmen MB dayanmaya çalışıyor. Gündüz repolarının yanı sıra akşam da piyasaya para veriyordu. Bonolar yüzde 53 olsa bile gecelik repo faizleri artık yüzde 200’e tırmanmış durumdaydı. Çünkü bazı bankalar piyasaya likidite vermeyi kapatıyor. Ankara gizlice IMF ile müzakereye başlıyordu.
- 29 Kasım Çarşamba:
IMF yardım sözü veriyor. Ancak 1 milyar dolara yakın bir çıkış daha oluyor. Repolar da benzer düzeyde: yüzde 150’i aşıyor.
- 30 Kasım Perşembe:
800 milyon dolarlık çıkış, bono faizlerini yüzde 60’ı aşırtıyor. IMF ile müzakerelerde Telekom’un satılması taahhüdü geliyor.
- 1 Aralık Cuma:
IMF piyasaya likidite verilmesini istemiyor. Faizler çıldırıyor ve yüzde 725’lik repo faizleri oluşuyor. Yani konulan 1.9 katrilyonluk Net İç Varlıklar hedefiyle yola devam ediliyor.
- 4 Aralık Pazartesi:
Demirbank’a el konulması gündeme geliyor. 1 milyar dolar daha çıkıyor. Bonolar yüzde 95’e geliyor. Repo faizleri yüzde 1275 oluyor.
- 6 Aralık Çarşamba:
Demirbank’a el konuluyor ve IMF’den 10 milyar dolarlık Ek Rezerv Kolaylığı sözü geliyor.
İşte size gelişmekte olan olan ülkelerin birçoğunda yaşanan tipik bir hikâye. Ülkeyi terk eden sıcak para ve içeride yarattığı likidite sıkışıklığı. Bir de araya sıkışan bankalar arası tepişme. Siyasi otorite reformları yerine getirememiş, bürokrasi bankaları doğru dürüst denetlememiş, birbirlerine zarar verdiğinde cezalandıramamış, ekonomistler de uyarmamış. Kuşkusuz, kasım krizi bir likidite krizi olduğu kadar bir bankacılık krizi. Kamu bankalarını yeniden yapılandırılması bir tarafa, hükümetler aksine popülizm uyguluyorlardı.
Kasım krizinde ekonomi yönetimi IMF ile daha iyi müzakere yapabilirdi. Cari işlemler açığının 2001 yılında daralacağı belliydi. Kurdaki reel revalüasyon da bir yöntemle atlatılabilirdi. Ama hiç kuşkusuz likidite konusunda, bankaları daha fazla disiplin altına alma gereği vardı. Bunlar yapılmadı. Yapılmayınca şubat kaçınılmaz oldu. Şubat gelince de bu hallere düştük. Şimdi ise her şey daha katı uygulanıyor.