Her yıl IMF’nin güz toplantılarına çeşitli ülkelerin yetkilileri katılır, güncel sorunlar tartışılır. Önceki hafta da ekonomiden sorumlu halef - selef bakanlarımız peş peşe Washington’un yolunu tuttular. Eh ne de olsa, ikisi de belli ölçülerde IMF’ye karşı sorumluluk altında. Türkiye’nin resmi gündeminde Irak bulunuyor. Öte yandan, seçimlerin ertelenmesinin de çeşitli siyasal stratejileri suya düşüreceğinden yeni senaryoların tartışılması gerekiyor.
Türkiye’nin ABD ile ilişkileri bölge dengeleri bakımından çok önemli. IMF de bu eksenin bir parametresi. IMF’yi ABD Hazinesi’nden ayrı düşünmek olanaksız. Geçen yıl IMF’nin bol kepçe yardımı üç nedenden kaynaklanıyordu. Kuşkusuz daha önce uygulanan programdaki IMF’nin ciddi sorumluluğu, ikincisi yabancı yatırımların geri dönmeme olasılığının IMF’yi kaygılandırması. Ancak hepsinden önemlisi; Batı için göz ardı edilemeyecek olan Türkiye’nin stratejik önemi. Nihayet şu da eklenebilir; krizin diğer ülkelere "bulaşmaması" için giderek daha büyük yardım paketleri gerekmesi. Nitekim, Rusya ve yakınlarda Brezilya örneği bunu gösterdi.
Şu anda uygulanan programın IMF tarafından ne denli sıkı denetlendiğini gözlüyoruz. Çeşitli siyasilerin IMF’nin kapısını sık sık aşındırmasının nedeni de bu. Ancak IMF’yi abartmamak gerekli. Ilımlı görüşleriyle bilinen, Clinton’ın ilk danışmanlarından, Harvard Üniversitesi profesörlerinden Martin Feldstein’ın dört yıl önce "Refocusing the IMF" (IMF’ye yeniden odaklanmak) başlıklı konferansını anımsatmak gerek.
Feldstein burada IMF’ye ciddi eleştirilerde bulunmuştu. Birincisi, IMF’nin asli görevini anımsatmıştı; sadece ödemeler dengesi krizlerinin aşılmasına yardımcı olmak. Bunun da "makul" miktarda mali destekle ve teknik yardımla gerçekleştirilmesi gerekiyor. Oysa 1980’li yıllarda IMF Latin Amerika ülkeleri dış borçlarını ödeyememe sıkıntısına düştüğünde, bir sürü reform zorlanmıştı: Özelleştirme, bankacılık ve maliye reformları vb. Verilen mali yardımın yanı sıra bunlar da olumlu katkılar sağlamıştı, çünkü temel sorun ödeme sıkıntısından çok, likidite sıkıntısıydı.
Ancak Asya krizine de aynı reçeteyle yaklaşan IMF yanlışlık içine düştü. Çünkü bu ülkelerde ne bütçe açığı sorunu vardı, ne de ciddi bir borç sorunu. Döviz dengeleri ise her ülkede farklıydı. Tayland’da döviz sorunu yoktu, ama Japon yeni yüzde 35’e yakın değer kaybedince Tay bahtı sıkıntıya girdi. Oysa IMF doğrudan bu soruna yönelik önerilerde bulunmadı. Malezya IMF’yi kapıdan kovmasına rağmen istikrara kavuştu. Filipinler krize girdiğinde IMF ile bir istikrar programı uyguluyordu.
Kore’ye gelince, kriz öncesi cari açıklar düşmekteydi. Ama kısa vadeli borçlar rezervleri aşıyordu. Katı politikalara başvurmadan, borçların yeniden müzakeresiyle sorun çözülebilirdi. Ama öyle olmadı. IMF ağır yapısal koşullarla masaya oturdu. Sonunda Kore toparlandı, ama bu daha yavaş oldu. Oysa Kore az bir mali yardımla sorunlarını aşabilirdi.
Özetle, Feldstein’a göre; IMF sadece ödemeler dengesi sorunlarıyla ilgilenmeli ve daha az mali yardım vermeli. Hele hele o ülkenin siyasi işlerine hiç karışmamalı. İkincisi de, kriz çıkmadan bunu önlemeye çalışmalı. Ancak, parayı bol veren IMF haliyle her işe karışıyor.
Özay Şendir
Özel’den Sosyalist Enternasyonel mesajları ve İsrail
23 Mayıs 2025
Cem Kılıç
Üretken yapay zekâ dört işten birini tehdit ediyor!
23 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Hayal bile kuramıyoruz!
23 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Rakamlar yalan söylemez
23 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Suriye, İsrail ve karıştırıcılar
23 Mayıs 2025