Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Hasta ağır sirozdur. üstelik iki defa da alkol komasına girmiştir. Ve sonunda sirozun tedavisine karar verilir. Bu, elbette, belli bir süre alacaktır. Biraz istirahat, biraz da ilaçla tedavi sürecektir. Ancak alkolsüzlük ve biraz da psikolojik nedenlerle hastanın semptomları artarak depresyona dönüşmektedir. Bu arada hastanın bazı yakınları doktora sürekli "biran önce iyileştir" diye baskı yapmaktadır. Öte yandan, ilaç verilse de tedavi sürecinde, hasta ara sıra hastabakıcıdan metil alkol araklayarak yudumlamak istemektedir. Elbette bu hastayı kötüleştirecektir. Ama mahallenin diş çeken berberleri "doktor bu işten anlamıyor hastanın dişi ağrıyorsa kolonya basın, ağrısı sızısı kalmaz" demektedir. Geçen süre içinde hastanın iyileşmediği de bir gerçektir. Yahut da en azından iyileşme sürecinin bitmediği!
Son günlerde yeni bir reçeteye gereksinim duyulduğu işadamları ve bazı gazete yazarları tarafından dile getiriliyor. Yeni bir reçete olarak ortaya çıkan tek somut öneri faiz öncesi bütçe fazlalığının azaltılmasıdır. Bu gerçekten geçici bir iç talep canlılığı yaratabilir. Hatırlarsak, daha önce "sıcak para ile mali sistemi büyütelim, yurtdışına kaynak aktarsak da işleri idare etmiş oluruz" görüşü dile getirilmişti. Bunun için de kurun kontol edilmesini savunulmuştu. Bu demode görüş pek tutmadı. Zaten bu nedenle krize girdik. Pekiyi de, ne yapılmalıdır? Açıkçası, hiperenflasyona geçmeden ekonomide yapısal bir değişimi göze almak istiyorsak, sabretmeliyiz. Daha önce de belirttik: bu kriz öncekilerden farklıdır. Sıcak para ile durumu geçiştirmek yerine, kalıcı çözümde direnilmelidir.
Öncelikle amaçları tartışalım. Bir ekonomide dört hedeften sözedilebilir: birincisi büyümedir. Ama nasıl bir büyüme? Bizdeki gibi salıncak usulü büyüme değil. Artık "sürdürülebilir büyüme kavramı"na geçmeliyiz. Amerikan ekonomisinde mali piyasalar son derece gelişmiş olduğundan, iç tasarruf değil, tüketim büyümenin motoru haline gelmiştir. Ancak bu bizde aranamaz. Bu nedenle ekonomiyi iç talebe bağlı değil, ancak dışsatım ve yatırımla büyütebiliriz. Aksi takdirde, borç sarmalından da kurtulamayız. Sürekli büyüme için düşük reel faiz, düşük enflasyon ve ihracatın teşvik edildiği bir ortam gerekmektedir. Mevcut program bunların üçünü de hedeflemektedir.
İkinci hedef enflasyonu yenmektir. Ülkemizi batıran asıl zebani enflasyondur. Çünkü hem büyümeye engel olmakta, hem de gelir dağılımını bozmaktadır.. Yıllardır enflasyonla doğru dürüst mücadele edilmemiş, kamu sürekli açık vermiştir. Bütçe fazlası vererek kamu borcunu küçültmek doğru hedeftir. Bu hedeften vazgeçilmesi doğru olmaz.
Üçüncüsü, gelir dağılımıdır. Bazı ekonomistler bunu önemsemeyebilir. Ancak sosyal duyarlılığı olanlar için bu olmazsa olmaz bir hedeftir... Gelir dağılımını en fazla işsizlik bozar. işsizlik de iki yolla önlenir. Birincisi sürekli büyüme, ikincisi de insana yatırım (özellikle de eğitim).
Daralma sürmektedir, enflasyon artmıştır, ve işsizlik de dayanılmaz boyutlara dayanmıştır. Gerçekten halkımız büyük sıkıntı içindedir. Kısacası, bu hedeflerden hiçbirinde kriz başlangıcına göre daha iyi bir yerde değiliz! Ancak bu hedeflerin hepsini birlikte ve kalıcı biçimde elde etmek istiyorsak, doğru bir politika demetini de ortaya koymak gerekir. Ekonomistler tıpkı bir esnaf ağızyla "işler iyi gitmiyor" diye feryat figan ederse esnaflaşmış olur. Hasta henüz iyileşmemiştir ve durumunun ne denli ağır olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak sirozun nedeni ne istirahat, ne ilaç, ne de doktordur. Sirozun nedeni içkiden zarar gören karaciğerdir. Ve siroz da içkiyle tedavi edilmez.

Kapasite kullanım oranı (KKO) işletmelerin toplam üretim potansiyelinin ne kadarının kullanıldığını gösterir. Mal satılıyorsa, yani talep varsa, bu oran yüksektir. Mal satılamıyorsa, ilkönce stoklanır, yani kapasite kullanımı değişmez. Ancak sanayici yine satamıyorsa, bu sefer üretimi daraltır ve KKO da düşer.
Aslında bizde KKO tam isabetli bir gösterge değildir. çünkü Devlet istatistik Enstitüsü anketörleri veri toplamak için bir fabrikaya gittiklerinde karşılarına bir endüstri mühendisi yerine işletmenin muhasebecisi çıkar. Kabalama bir rakam atar. Ve tabii bu rakam hayli hatalı olur. Dolayısıyla, karşılaştırmalar sıkıntı yaratabilir. işte bu nedenle Türkiye’nin kriz dönemindeki KKO bile ingiltere’de normal ekonomik konjonktürdeki KKO oranını aşabilmektedir. Ancak zaman serilerinde karşılaştırma yapmak hata payını büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. (Tabii anketi dolduran değişmiyorsa!)
Geçen hafta ağustos ayına ilişkin kapasite kullanım oranları yayınlandı. Bu rakamlara bakıp da içimizin açılması pek mümkün değil. ilk bakışta gözümüze çarpan özellikler şunlar oldu:
1) KKO’daki düşüş geçen yıl ekim ayında başlamış (Bak. Grafik),
2) KKO devlette daha yüksek (% 81,7). özel kesimde ise çok düşük (% 64,9),
3) KKO’nda genel durum geçen yıla (% 75,8) göre kötü (%71,4), ama bu en çok özel kesimde belirgin, çünkü geçen yıl ağustos ayında KKO % 71,8 iken, bu yıl % 64,9’a düşmüş durumda,
4) KKO’nda genel durum her geçen ay biraz daha düzeliyor (son 5 ayda yüzde 3 artış),
5) ithalatçı sektörlerde KKO çok daha hızlı düşüyor (Bak. aşağıdaki rakamlar),
6) ihracatçı sektörlerde ise (örneğin giyim sanayi: % 87) KKO aynı kalmaktadır.
Geçen yılın aynı ayına göre en büyük "KKO düşüşleri yaşayan" sektörler (özelde):
Tekstil % 9,0
Kimyasal maddeler imalatı % 9,0
Metalik olm. Mineral maddeler % 6,0
Elektrikli mak. Cihaz imalatı % 11,0
Radyo, TV v.b.imalatı % 10,0
Taşıt araçları ve karoser % 28,0
Mobilya % 24,3
Bu rakamlar elbette moral bozucu. Ve bunların ortak özelliği hemen hepsinin ithalata bağımlı sektörler olması. Ve hemen tümünde temel sıkıntının iç talep olduğu yine aynı anketlerde ortaya çıkıyor.
Demek ki, hem kurdaki hızlanma, hem de iç talepteki daralma bunları olumsuz etkilemiş.
İhracatçı sektör olan giyimde ise dış talep sorunu ise yüzde 25 oranında azalmış görünüyor. Aynı durum ulaşım araçları sektörlerinde de yüzde 100’ü aşan oranda gözleniyor. Özetle sonuç şu; ağustos ayında işler toparlanma gösterse de, iç talep sıkıntısı özel kesimi giderek daha fazla zorluyor. ihracatta ise bazı olumlu gelişme kıpırtıları var.

Amerika aksırırsa biz hasta oluruz". Bu büyük ölçüde doğru. Türk ekonomisi ihracatla büyüyecekse, global ekonomiyi belirleyen Amerikan ekonomisinin büyümesi de yaşamsal hale geliyor. Önce şunu belirtelim; Amerika’yı en çok Ladin’i yakalamamak veya cezalandıramamak değil, ekonomisinin inişe geçmesi yaralar. Amerika’nın gücü, teröristleri yakalamadaki başarısından değil, ekonomideki ihtişamından kaynaklanır.
Terörist saldırının çok ters bir zamanda olduğuna kuşku yok. çünkü uzun süredir Amerikan ekonomisi zaten inişteydi. En son ağustos ayında açıklanan işsizlik rakamı yüzde 4,5’dan 4,9’a fırlayınca işin rengi belli oldu. Japonya’da da durum bir çıkmazda. 2001 yılının son çeyreği (yıl bazında) yüzde 3,2’lik bir daralma getirdi. Euro bölgesinde ise son çeyrekte üretim artışının olmadığını göstermekte. Almanya’da bile sanayi üretimi temmuzda yüzde 1,5 düştü. Fransa’da da işler farklı değil; son çeyrekte milli gelir sadece 0,3 artarak, yıllık bazda artışı 2,3’e düşürdü. Böylesi bir soğuma aşamasında, global ekonominin önünü çekebilecek tek lokomotif olan ABD’de işler daha da kötüleşirse moraller büsbütün bozulabilir.
ABD’de temmuz ayında sanayi üretimi yüzde 3,2 daralırken, satışlar ancak yüzde 3,8 arttı. Bu çelişkili gelmemeli. Stok azaltma ile satışlar artabilir. Ama üretim azalıyorsa, işte o zaman beklentiler olumsuz demektir. Bununla beraber, saldırı öncesi beklentiler 2001 yılı sonuna kadar olumsuz olsa bile, 2002 yılı için daha iyimserdi. Büyümenin 2001’e göre yüzde 1 kadar artacağı düşünülüyordu.
Saldırı sonrası havayolları sektörü ile New Yorktaki ekonomik aktivitenin olumsuz etkilenmesi sonucu ABD ekonomisinin yıla vurulduğunda yüzde 3’e varan daralma yaşayabileceğini savunanlar var. Biraz abartılı gelse de, petrol fiyatlarındaki artışın bu kötüleşmeye katkı yapacağına kuşku yok. Ama bunlar madalyonun bir yüzü. öte tarafta savunma ve güvenlik sanayi ile inşaat sektöründeki harcama artışları işleri bir miktar tersine çevirebilir.
ABD’deki resesyon (durgunluk) derinleşirse bunun nedeni hiç kuşkusuz terörist saldırıdır. çünkü son zamanlarda tahminler daha çok iyileşme üzerineydi. Bu durumda, ABD’nin şimdi tek şansı görünüyor: milli gelirin yüzde 2,1’ine ulaşan bütçe fazlasından kurtulup, kamu harcamalarını artırmak. (Vergi indirimlerini de deneyebilir, ama Reagan’ın başarısızlığını anımsatmakta yarar var.)