İngiltere'de öğrencilik yıllarımdı. Üç Türk gezintiye çıkmıştık. Arabayı kullanan arkadaş telekomünikasyon mühendisi, arkada oturan ise sosyologdu. Her ikisi de ihtisas yapıyordu. Ben ise son sınıf politik ekonomi öğrencisiydim. Tartışıyor, İngiltere'den Türkiye'yi kurtarıyorduk. Bir ara konu derinleşti, felsefi konulara girildi. Bir ara sosyolog olan, mühendise sordu? "Sen fen bilimi öğrencisisin. Allah'ın varlığını kanıtlayamadığına göre, kesin olmayan bir şeye nasal inanırsın?" Mühendis Ispartalıydı, serde itikadı vardı. Yanıtladı. "Abi haklısın da, ya varsa?" Evet yoksa her ikisi de bir şey kaybetmiyordu. Ancak varsa bizim sosyoloğun işi çok zordu.
Bir teorinin teoremleşebilmesi içinse kanıtlanması, yani aynı ortamda tekraralanabilmesi gerekir.. Din ile bilimin farkıysa dinde kanıt aranmaz. Üstelik bilimde de her zaman kanıt aranmaz. Sosyal bilimlerde, katı pozitifizmin gerektirdiği kanıt yerine, nedensellik bağı daha doğrudur. Yani savınızı açıklayabilmelisiniz. Dinde kuşku olmaz. Bilimde ise kuşku esastır. Çünkü kuşku gerçeği arama güdüsünü oluşturur. Din ise açıklanması bile gerekmeyen soyut bir inançtır. Cenab - ı Allah'ın varlığına ya inanır, ya da inanmazsınız! Zaten kanıtlanabilseydi, cennet ve cehennem olur muydu? Bile bile kim cehennemi göze alırdı ki?
Bunun ekonomiyle ne alakası var, diye sorgulamayın? Son günlerde bazı köşe yazıları ekonomiyi adeta bir dinsel inanç haline getirdi. Nedensellikten yoksun, tarafsızlıktan uzak yazılar gözleniyor. Üstelik dinden de öte, bazen çelişkili ve tepkiciler. Aynı yazarın bir yazısı, diğer biriyle çelişse de (aynı hedefe yöneldiğinden) yazar aldırmıyor, tavrını sürdürüyor.
Son zamanlarda, iç borcun çevrilmesi ile ilgili eski tezler yine ortaya döküldü. Yurtdışındaki genç analistler de buna teşne oldular. İç borç "çevrilebilirmiş", ama "sürdürülemezmiş". Çünkü, faizler çok yüksekmiş. Fazin yüksek olmasının nedeni riskler değil mi? Ortada "bu borç dönmez" diye dolaşanlar olduğunda faizler nasıl düşsün? Şubat ayında krizin ortasında borçlanan Hazine krizden altı ay sonrası niye borçlanamasın? Üstelik iç borçtaki ex ante (gerçekleşen) reel faizin yıllık bileşiğini hesaplayıp yüzde 40'lara dayandığını yazan da biziz. Ancak unutmayalım; yüzde 200 bileşik faizden yüzde 80'e de beş ayda inebildik. Siyasette olumsuz bir gelişme olmazsa, her geçen gün faizler düşecektir.
Doğrudur; faizler TL iskontolu kağıtlarda düşük değil. Ancak kamudaki (piyasa dışında) borç senetlerinin faizleri kamunun bir cebinden çıkıp, öbürüne giriyor. Üstelik piyasadaki kağıtların bir kısmı döviz yahut dövize endeksli biçimde sürdüğünden reel faizi düşük. Kaldı ki, takasla 2 katrilyonluk bir kısım konsolide edildi bile.
Özetle; sorun iç borçta değil, düşük büyüme hızındadır. Bu konuda elbette yapılması gerekenler bulunuyor. Özellikle, gelecek yılın bütçesindeki (IMF hedefi olan) bütçe fazlası (primary surplus) hedefi gözden geçirilebilir.
Enflasyona gelince. Önceki gün çekirdek enflasyon (ağustos ayı özel imalat sanayi fiyat endeksi yüzde 4.8) yüksek çıktı. Bu reel faizleri düşürse de arzu edilen bir gelişme sayılamaz. Enflasyon hızla düşmeli. Aslında TÜFE bazında enflasyon iyi yolda olsa da, daha epeyi yol olduğu aşikar.
Aklıma hep yirmi beş yıl önceki o anı gelir. Ya varsa? (Bektaşilerin ruhu şad olsun!)