Zülfü Livaneli
DÜN,
Milliyet'teki odamda oturmuş, bir yandan gazetelere göz gezdiriyor, bir yandan da ne yazacağımı düşünüyordum.
Televizyon açıktı,
CNN spikerinin sesi yayılıyordu odaya.
Dışarda bardaktan boşanırcasına yağan gri mi gri bir yağmur...
Ne yazmalıydım?
Devletin hükümetle, hükümetin orduyla kavgalı olduğunu mu?
Ordunun sivil bir güç gibi kamuoyu oluşturma, dava açma, basınla haberleşme yöntemlerine başvurmasını mı yorumlamalıydım yoksa?
Yoksa bunları bir kenara bırakıp bir
DSP milletvekilinin
DYP'ye geçmesini mi ele almalıydım?
"Solcu olmamayı" tek ölçü olarak kabul eden
Ecevit çiftini, aday seçimlerindeki isabetten dolayı kutlamamam mı gerekiyordu?
* * *
DERKEN
CNN ekranından bir şarkı yükseldi ve ben bunun kendi şarkım, kendi sesim olduğunu ayırdettim.
Theodorakis'le birlikte verdiğimiz
Berlin konserinden ve ortak çabalardan sözediliyordu
CNN'de.
Daha sonra genç arkadaşlarımızın
Kıbrıs konserine yer verildi.
Haberi Sedef Kabaş'ın hazırladığı duyuruluyordu.
* * *
BU
haber, beni alıp yıllar öncesine götürdü.
Türkiye ile
Yunanistan arasındaki dostluk gişimlerinin iyi karşılanmadığı ve binbir tehlike içerdiği günlere...
80'lerin başında
Yunanistan'da bir plağım yayınlanmıştı.
Maria Faranduri'nin Yunanca yorumladığı
"Livaneli Şarkıları" çıkar çıkmaz bir numaraya yerleşmişti.
Bu yüzden sık sık Yunan televizyonuna çıkıyor ve programlara katılıyordum.
Bu programlarda politika konuşmamaya özel bir dikkat göstermekteydim. Çünkü iki ülke arasındaki ilişkilerin ne kadar duyarlı olduğunun ve Yunan televizyonunda Türkiye'yi eleştirmenin ne kadar yakışıksız kaçacağının bilincindeydim.
Bunun yerine kültür konularından söz ediyor, mesela Yunanlıların milli çalgısı
buzuki'nin, Türk sazının
"bozuk düzen" akordundan türediğini ve bozuk'un sonuna i getirilerek buzuki adını aldığını anlatıyor ve bu akort sistemini gösteriyordum.
Ertesi gün bazı anlı şanlı Türk gazeteleri bu yayını şöyle duyuruyordu: Livaneli yine zehir kustu!
Yaralanıyordum, inciniyordum, bu büyük haksızlık karşısında sinirlerim bozuluyordu.
"Kardeşin duymaz, eloğlu duyar!" diye şarkı yazıyordum.
Ama hakkımı nasıl arayacaktım ki!
Basındaki bazı arkadaşlarımız kendi yaktıkları cadı kazanını durmadan harlatıyor ve her gün sıkıyönetimin önüne atılacak kurban aydın arıyorlardı.
* * *
BİRKAÇ gün önce yapılan
Abdi İpekçi ödülleri töreninde de düşündüm bunu.
Jüri lütfedip bize de bir
"özel ödül" verme inceliğini göstermişti.
22 yıllık bir çabanın ve bunca hakaretin, sıkıntının, üzüntünün sonunda kendi ülkemde ödüle layık bulunmanın buruk sevincini yaşıyordum.
Sıkıntılar unutulurdu.
Ve eğer yaptığınız işe inanıyorsanız er ya da geç anlaşılıyordunuz.
"İbret al ey deli gönlüm!" dedim kendi kendime.
"Doğru bildiğin yoldan şaşma. Ne içerde, ne de dışarda!"
Ve insanoğlunun vicdanına güvenmekten başka sermayesi olmayan kişilerin iç huzuruyla gazeteleri okumaya devam ettim.
Yazara Emaillivaneli@milliyet.com.tr