Dil Bayramı nedeniyle Türkçe hakkında konuşuyoruz ama dilin grameriyle ilgili bilimsel çalışmalar hâlâ hayal
Dil Devrimi’nin hayatımıza getirdiği törenlerden birisi; Karamanlı Mehmet Bey’in Türkçeyi kamu hayatında geçerli tek dil olarak ilan etmesinin yıldönümünü Dil Bayramı olarak kutlamaktır.
Gerçek şu ki; Türkçe İran-Selçuklu devletinde bürokraside ikinci bir öneme sahip olmuş, edebi ve ilmi hayatta ihmal edilmiştir. Lakin unutmayalım, ordudaki komuta ve talim dili Türkçe olmuştur. Bu, çok daha koyu Fars hayatının hakim olduğu Gazneliler’de de böyle idi. Zira herkesin Farsçayı yeterince iyi öğrenmesi ve kullanması mümkün değildir. Nitekim Farsçayı iyi bilmeyen hükümdarların başında Gazneli Mahmut gelir. İran-Selçuklu devletinde de böyle hükümdarlar vardır ve İranlı Fars çevreleri böyleleri için “garip yaban dil konuşan hükümdar” derlerdi. Kaldı ki her zaman için birtakım Türk devletlerinde Türkçenin sadece orduda değil bürokraside de kullanıldığı bir gerçektir.
Bizim kuşakların okulda öğrendiği gerçek; Göktürk Alfabesi ile yazılan
devlet dili Türkçeyi miladi 8’inci asra ait
bir olgu olarak görmekti. Oysa Görktürk metinlerinin 5’inci asra kadar uzandığı bugün anlaşılıyor.
Şüphesiz ki Eski Yunan, Eski Arami ve İbranca metinler gibi 2 bin-3 bin yıl kesintisiz devam eden bir yazılı edebiyat geleneği ortada görünmüyorsa da birçok kavimden daha geriye giden yazı dilimiz olduğu anlaşılıyor.
Anadolu Selçukluları ise İranlıların aksine Türkçenin çok da sıra dışına itildiği bir camia sayılmamaktadır. Bu nedenle mesela Latinceyi 17’nci ve 19’uncu asırlarda tamamen kullanan Macarlardan 16’ncı asra kadar bilim, dini hayat ve devlette ağırlıklı olarak kullanan birçok Avrupalı ulusa göre öz dilimizin sınırlarına daha çok tutunmuş sayılırız.
Zorunlu olarak yaşamıştıKaramanoğlu Mehmet Bey bırakalım sıradan halkı, bürokrasinin dahi Fars ve Arapçada yeterince birikimi olmayan Anadolu çevresinde Türkçeye zorunlu bir dönüşü ifade eder. Türkler 19’uncu asra kadar pek dil ulusalcısı sayılmazlar. Türkçeyi savunan Urfalı Nabi (18’inci asır), Evliya Çelebi
(17’nci asır), Bergamalı Kadri gibi (14’üncü asır “Müyessiret-ül Ulum” adlı eserin sahibi) adamlar vardır; ama muhtemelen Arapça
ve Farsça dili eğitiminin yeterince alınamamasından dolayı Türkçe zorunlu olarak yaşamıştır.
Türkler Türk dilini öğrenmiş ve kullanmıştır. Avrupalıların Latinceyi yoğun olarak kullanması gibi yoğun olarak Farsça ve Arapça düşkünlüğü görülmüyor; muhtemelen yabancı dillerdeki hakimiyetin sınırlı insanların tekelinde olmasından dolayı da Türkçenin zenginliği mukayeseli olarak işlenip felsefe ve edebiyatta yeterince kullanılamamıştır. Zira tezattır ama, yabancı dil bilgisi anadili zenginleştirmeye de yarar. Bu, bugünlerde modern zamanlarda bile bir vakıadır. Şimdi yoğun bir İngilizce eğitim modası var. Herkes yarım yamalak İngilizce öğrense emin olun Türkçe hayli geriler, iyi öğrenenler Türkçeye İngilizce karıştırmaz.
Karşılaştırmalı lügat ve gramer yazmak, lügat ve gramer yazan Türkler olsa da
(en başta “Divan-ı Lügat’it Türk”) Türk okumuşları arasında yaygın bir ilgi alanı görülmemekteydi. Bu nedenle 18’inci ve 19’uncu asırların Mütercim Asım, Ahmet Vefik Paşa gibi dilcilerini şükranla anmak zorundayız.
Türk Dil Kurumu’nun göreviBugün dahi bu alanlarda çok yavaş ve az verimle çalıştığımız, gerekli sayıdaki dili öğrenmek ve öğretmek konusunda yaya kaldığımız açıktır; mesela 21’inci yüzyılda on milyonlarca insan tarafından konuşulan bu büyük dilin etimolojik bir lügatı (yani kelimelerin kökenini gösteren) çıkmış değildir. Ve mesela Profesör Andreas Tietze’nin yarım kalan lügatının bile derlenip yayına hazırlanmadığını belirtmek gerekir. Bu Türk Dil Kurumu’nun görevidir. Aynı kurumun Türk dilinin fonetik laboratuvarını kurması gerekmektedir.
Medeni milletlerin 19’uncu yüzyılda tamamladıkları dialektoloji (şive, lehçebilim) ve tarihi gramer çalışmaları Türkiye için hayal olan alanlardır. Bu durum aşağı yukarı Asya’daki cumhuriyetler için de geçerli bir durumdur. Sizin anlayacağınız Türklerin dillerini ihmal etmesi bize okulda öğretilen türden değil, daha ciddi bir boyuttadır. Maalesef 1930’lardaki dil tetkiki, dil araştırmaları heyecanı, dil kurumları ve Türkoloji bölümü ile ilgili bölümler bu sorunları çözümlemekten uzak başlangıç olarak kalmıştır.
Dil Bayramı’nda Türkçeyi kullanmaktan söz ediyoruz. Kullanıyoruz ama kötü kullanıyoruz. Onun yapısını araştırmıyoruz, dünyadaki diğer dillerin zenginliği ile karşılaştırıp düzenlemeye kalkışmıyoruz.
20. yüzyılda Türkçeyi kullanmak demek; “Divanda ve dergahda; çarşıda ve pazarda” kullanıp konuşmanın ötesinde bir keyfiyettir. Önce bilgisayarda doğru kullanmalıyız.
Dil bayramımız kutlu olsun...