Gemilerin karadan yürütülme meselesini tartışanlar memleketimizdeki amatör tarihçilerdir. Zira çekilen gemilerin çekilemez cinsten olmadığı anlaşıldığı gibi tartışılan iki-üç güzergâhın da bu ameliyeye müsait olduğu görülüyor
560 yıl önce 22 Nisan 1453 günü Tursun Bey ve Kritovulos gibi vakanüvislerin ifadesiyle Bizanslılar, Haliç’te altmış küsur parça kadırgayı görünce şaşırdılar. Bizanslı tarih yazıcı Dukas
gemi sayısını artırır.
Zira 20 Nisan’da Sakız Adası’ndan mühimmat ve tahıl dolu birkaç parça gemiyle kuşatılan Konstantinopolis’e yardıma gelen Papalık ve Bizans’a ait gemiler rüzgar kesilince Haliç’in ağzına gelemeden kalmışlar ve civardan amiral Baltaoğlu Süleyman’ın kadırgaları bunlara saldırdığı halde başarı gösterememişlerdi. Kuşatılanlara yardıma gelen gemilerin bordaları yüksekti, Grek ateşini başarıyla kullanıyorlardı. Baltaoğlu Süleyman 20 Nisan’daki bu başarısız hareket yüzünden surların üzerinde bekleşen halk tarafından dil uzatılarak, yani alay edilerek ardından da genç hünkardan şiddetli bir azar işiterek azledildi. Yardım gemileri ise birden çıkan lodosun yardımıyla yelkenleri şişince Haliç’e alındılar.
Cenova’nın ebedi düşmanı Venedik’ti
Galiba eski proje bu an yürürlüğe kondu. Şu sıralar kuşatma üzerine “Fetih ve Kıyamet 1453” (Timaş Yayınları) eseri çıkan Feridun Emecen’in de belirttiği gibi hazırlanan gemiler ki bunların alçak bordalı ve hafif olduğu anlaşılıyor, bugünkü Dolmabahçe civarından karaya çekilmiş ve bir gecede Haliç’e indirilmişlerdir. Galata Cenevizlilerinin bu gemilerle pek uğraşmadığı anlaşılıyor. Sadece gemiler Galata surlarının menzilinin dışında kaldıklarından değil, Cenevizli kısmı General Giustiniani’nin şahsında Kostantiniyye surlarının içinde Bizans’a yardım edip dövüşürken, beri tarafta da Türklerle geçinmeyi tercih ediyordu. Çünkü ne Bizans ne de Türkler Cenevizlilerin dostu ya da düşmanıdır. Cenova’nın ebedi düşmanı Venedik’ti. Onları bu çevrede safdışı etmek gerekirdi. Haliç’e inen gemilerin kuşatmaya moral verdiği anlaşılıyor, yoksa fetih yine kara tarafından gerçekleşti. Osmanlı denizciliği henüz Kanuni ve II. Selim devrinden çok gerideydi. Zayıf Haliç surlarını bile bu donanmanın ne kadar oyaladığı bilinemez. Ama kuşatılan şehrin artık denizden yardım alması mümkün değildi. Gemilerin karadan yürütülme meselesini tartışanlar memleketimizdeki amatör tarihçilerdir. Zira çekilen gemilerin çekilemez cinsten olmadığı anlaşıldığı gibi tartışılan iki-üç güzergâhın da bu ameliyeye müsait olduğu görülüyor. Kritovulos, Tursun Bey, Nestor İskender (Pertusi) ve yukarıda zikredilen Dukas gibi muasır vekayinameler kadar Steven Runciman, John Melville ve Gustave Schlumberger gibi muasır tarihçiler de gemi yürütme ameliyesini tasvir ederler.
İstanbul’un fethi üzerindeki münakaşaların çoğu zaman İstanbul’un topografyasını ve o dönemin kaynaklarını yorumlayıp değerlendirmemekten ileri geldiği söylenebilir. Türk tarihçilerinden Feridun Emecen’i ve klasik yazarlardan Steven Runciman’ı bu konuda okumayı tavsiye etmek mümkündür.
“Fetih ve Kıyamet 1453” Timaş Yayınları’ndan çıktı. “İstanbul’un Fethi” Kabalcı Yayınları’nın önemli bir çalışması.
Kemal Tahir ve bizim kuşak
Bundan 40 yıl önce 21 Nisan 1973’ü izleyen günde dönemin en çok okunan ve tartışılan,
en sevilen yazarının kalb kriziyle aramızdan ayrıldığı duyuldu. Ani krizin Türk aydınlarının ebedi hastalığı olan yüksek sesle ve çuvaldızla yapılan tartışmalardan birinin sonucunda olduğu söylendi. Kemal Tahir, Nazım Hikmet ve Nizamettin Nazif dönemin Babıali’deki üç en yakışıklı yazarı diye bilinir. Kuşkusuz sıhhatliydiler ama yaşadıkları hayattan, zorluklardan dolayı sağlık kurallarına dikkat edememeleri ilk ikisinin erken ölümüne neden olmuştur. Nazım Hikmet de, Kemal Tahir de 60’ıncı yıllarının başında bu dünyadan ayrıldılar.
Yeni bir söylem
1910 yılında doğmuştu. Nazım’la kaderi ünlü Bahriye davasında sudan denecek bir nedenle uzun bir cezaevi macerasıyla devam etmiştir. 1950’deki afla dışarı çıktı. Galiba Kemal Tahir’in asıl yol ayrımı Serbest Fırka’yı anlatan ünlü romanı “Yol Ayrımı”ndaki
gibi olmadı. Uzun hapishane yılları okumaları; Türkiye tarih ve sosyolojisindeki Halil İnalcık, Fuat Köprülü, Ömer Lütfi Barkan gibi bir kuşak tarihçiler ve devletin göreli rolüne her zaman işaret eden kendinden genç bir sosyolog olan Şerif Mardin’in etkisiyle karşılaşması Kemal Tahir’i 60’lı yıllarda yeni bir söylemle Türk aydınının karşısına çıkardı. Aslında bu gelişimin daha öncesi var; “Yediçınar Yaylası”nı ve “Rahmet Yolları Kesti”yi ele alalım; ilkinde sözde feodal toprak sahibi sınıfın, ikincide ise eşkıyanın kahramanlığının romansın ötesinde gerçek değil ancak bir mizah olabileceğini ileri süren Kemal Tahir bu sefer “Devlet Ana”da Osmanlı imparatorluk geleneğini gümbür gümbür haykırmak istiyordu.
Belli ki Osmanlı ananesine, kuşağının Marksistleri hatta klasik Kemalistlerinin aksine çok fazla ağırlık vermişti. Etkileyici oldu. Hatırlayacağız; 1968’de Salim Şengil, Dost dergisinde bir soruşturma açtı. Sol aydınlar arasında soruşturma sırasında bir tezat, adeta bir çekişme ortaya çıktı. Halit Refiğ gibi bu Türk romanının gerçek başlangıcıdır diyenler, işi oraya kadar götürmeyip Osmanlı tarihinin doğru ve ilmi yorumunun edebiyata yansıması diyenler kadar “Devlet Ana”yı; “ucuz bir şövalye romanı, uzatılmış bir anlatım ve yavan bir kavga”ya değerlendirmesine indirgeyenler de oldu. Kısacası soruşturmanın sonunda Kemal Tahir sadece Türk romanını değil Türk düşüncesini bile işgal etmeye başladı. Genç kuşakların içinde Kurtuluş Kayalı gibi taraftarları da vardı, Bilge Karasu gibi onu edebiyattan çıkaran değerlendirmeciler de...
Aslında Kemal Tahir köylüye de, Anadolu’ya da, devletin tarihine de değişik bakmayı önermiştir. “Kurt Kanunu” ve “Yol Ayrımı”nda Cumhuriyet tarihini bir yönüyle masaya yatırıyordu. Ama kesinlikle devletin ve cumhuriyet kadrolarının önemsiz ve yanlış olduklarını tekrarlamış değildir. Devlet, Türk tarihinin ve Türk halkının uzun bir yoldan geçen ortak ürünüdür ona göre...
Hücuma uğradı
Abdülhamid’in yaverlerinden yüzbaşı Tahir Bey ile Naile Sultan’ın maiyetindeki Nuriye Hubser Hanım’ın çocuğuydu. Galatasaray Lisesi’ni onuncu sınıfta bırakmıştır. Lisan bilirdi, çevirdiği Mayk Hammer romanları Mickey Spillane’kinden daha çok sayıdadır. Muarızları bunu da ele aldılar. “Romanları Mayk Hammer üslûbundadır” dediler. “Bozkırdaki Çekirdek”te Cumhuriyet dönemi Milli Eğitim bürokrasisinin Köy Ensititüsü’ndeki çocuklara eziyet ettiğini vurguladığı için geniş bir solcu kitlenin hücumuna uğradı. Ama Kemal Tahir hep okundu. Doğrusu üstadın dünya görüşünün sürükleyici üslûbunun mizahla karışık özgün bilgeliğinin gelecek kuşakları hâlâ ülkenin tarihine ve gerçeğine bir başka bakışla değerlendirmeye itip itmeyeceğini bilemiyorum; ama yirminci yüzyıl Türk edebiyatının çok önemli bir yazarı olduğunu teslim etmemiz gerekir.