İlber Ortaylı

İlber Ortaylı

Tüm Yazıları

Hürriyet gazetesinin Pazar ilavesinde Kültürazzi köşesinde, sevgili dostum Kenize Murad’ın bir portresi. Yanı başında da onun yazarlığı ve üslubuyla alakası olmayan bir best seller daha Harold Evans “ My Paper Chase”. Ne alakası var diye okumaya girişiyoruz. Alaka kurulmuş. 7 Aralık 1977’de Kahire otoyolunun kenarında Sunday Times muhabiri David Holden’in cesedi bulunur; oluyor, istihbarat örgütlerine ve mafyaya bulaşanların yüksek ihtimalle bir yerde kaçınılmaz sonu. İmdi Evans’ın bu olayı araştırmasıyla daha doğrusu araştırtmasıyla ortaya çıkan kitapta, yazarın kesin olarak hatta yoğunlukla değinmediği, ama ima ettiği bir hüküm var. Holden denen gazeteci ve okunan bir Ortadoğu uzmanının ölümünden evvelki son gece Amman’daki bir otelde bizim Kenize ile akşam yemeği yiyip, odasında içki içtiklerini söylemiş. Şam’dan Amman’a beraber yolculuk ettiklerinde Kenize Murad, Evans’a bazı şeyler anlatmış.
Dahası var; adam bunun üzerine aklınca bir soru soruyor. Kenize Murad o sıra ne içün Suriye Devlet başkanının, Mısır’a ve Başkan Enver Sedat’a karşı toplanan Libya zirvesine gitmeyip Şam’da kaldığı gibi bir zehir hafiye görüşünden hareketle; “Kenize’nin bu cinayetle ne derecede bir ilgisi var” diye soruyor. Ne demek istiyor, açık değil; acaba Kenize adamı uzun sürede etkisini gösteren bir madde ile mi zehirledi? “Ne de olsa Osmanlı’ya bir ucundan bulaşmış biri, mutlaka Rönesans senyörlerine parmak ısırtacak zehir bilgisi vardır” demeye getiriyor (!). Kenize Murad her zaman Filistinlileri tutar. David Holden de çantasında binlerce Filistinli’nin imzaladığı “İsraille anlaşmayın!” başlıklı bir dilekçeyi Mısır’a Enver Sedat’a taşıyormuş. Amerikalılar buna müsaade eder miymiş? Herhalde Enver Sedat da Filistinlilerin binlercesinin imzasını görünce yapacağı işten ve izlediği siyasetten vazgeçecekti sanıyor. Zamanımız Batılı gazetecilerinin en akıllı geçineni bile buluğ çağı bebesi kadar akıl yürütür. Bu adamlar ortalığı böyle karıştırıyorlar. Tek meziyetleri herkesin okuduğu İngilizce yazmaları.

Kenize Murad’ın başına gelen
Kültürazzi’ye tavsiyelerim var
Hazin olan bizden birinin Harold Evans’ın bu imalarını daha da abartarak sayfasına taşıması. Kenize Murad Sultan V. Murad’ın torun çocuğu, hanedan üyesi sayılmıyor ama tabii ki Selma Hanımsultan’ın kızı olarak aileden. Kendisi aslında Kotwara prensesi; çünkü babası Hint’teki küçük Kotwara’nın racası. Kenize Murad çalışması ve doğuştan kabiliyeti sayesinde 1980’lerin sonunda romancı olarak büyük bir sıçrama yaptı. Fransa’nın en çok satılan yazarı oldu. Ama hem yayıncıları, hem Fransız maliyesi onu kazıkladığı için hak ettiği zenginliğe sahip değil. Gene de Evans gibileri onu kıskanıp böyle hafiften harcamaya meyil ederler.
Şimdi Kültürazzi’ye bazı tavsiyelerim var. Kenize Murad Kotwara prensesi, ünlü yazar veya tut ki hiçbiri olmasın; bir kadının iffeti mühimdir. Kenize Murad’ı geceyarısı içki içip kriminal ilişkilere giren biri olarak takdim etmek kolay gazeteciliktir, ama hoş değildir. Kenize Murad bizim arkadaşımızdır. Türkçe yazamasa da (ki bu onun kabahati değildir, sürgündeki Osmanlı nesilleri öyle oldu) Türk yazarıdır ve iyi bir yazardır. İkincisi ve asıl önemlisi 30 sene evvelki cinayet hikayelerini böyle parlak (!) yorumlarla ve boy boy resimlerle ortaya koymak hukuka da aykırıdır.

Haberin Devamı

Kırım Savaşı
156 yıl önce bugün; 1853 yılının 4 Ekim’inde hem Osmanlı, hem de Avrupa tarihinin önemli dönüm noktasını oluşturan savaş başladı

Çar I. Nikola St. Petersburg’taki Britanya büyükelçisine Osmanlı İmparatorluğu’ndan “Avrupa’nın hasta adamı” diye bahsetmiş ve bir an evvel bölüşülmesi keyfiyetini ileri sürmüştü. Çar’ın yanlış zamanda, yanlış adama, yanlış bir işlemden bahsettiği açıktır.
1839 Tanzimat fermanının ilanı ve ardından gelen reformlar İngiliz kamuoyunda, ama daha çok İngiltere’yi yönetenlerde Osmanlı İmparatorluğu lehine görüşler yaratacaktı. İngiliz İmparatorluğu Doğu’daki varlığını zayıflayan ama her şeye rağmen geçirmekte olduğu reformlar dolayısıyla Rusya’ya karşı durabilecek Osmanlı İmparatorluğu’na borçlu olduğunu biliyordu. Tanzimat bürokrasisi gelenekle birlikte yenileşmenin başarılı bir örneğini verdi. Mustafa Reşit Paşa, Mehmet Emin Ali Paşa, Keçecizade Fuat Paşa gibi diplomat devlet adamları Batı’daki idareci çevrelerin saygınlığını kazanmışlardır. Bu grubu sefaret paşaları diye nitelemek çağdaş Türk tarih yazıcılığının en büyük hatalarından biridir.
1848’de Macarlar ayaklandı. Kossuth Layos önderliğinde bir Macar milli hükümeti kuruldu, Macaristan’ın bağımsızlığını ilan etti. Macarları destekleyenler Polonyalılardı. General Bem (sonra Murat Paşa oldu), Albay Borcezecki (sonra Mustafa Celaleddin Paşa oldu, Nazım Hikmet’in büyükdedesi), General Çaykovski (sonra Sadık Rıfat Paşa oldu), General Kossielcy (sonra Sefer Paşa oldu) gibi komutanlar ve askerleri ayaklanmaya müdahale eden Avusturya-Rusya ordularına yenilerek Osmanlı Türkiyesi’ne sığındılar. Avusturya ve Rusya’nın ısrarlarına rağmen mülteciler geri verilmedi. Rusya ile gerilim başladı. O tarihte iki prenslik olan ve müstakbel Romanya’yı oluşturacak Tuna prensliklerinin durumu da Rusya’nın müdahalesini hızlandırdı. İstanbul’a gelen çarın özel sefiri Prens Mençikof Bab-ı Ali’ye karşı mağrur ve uzlaşmaz bir tavırla kabul edilmez notalar verdi. Usta bir diplomat olan Mustafa Reşit Paşa için, III. Napolyon’u ikna etmeyi becerdi. Sonunda Fransa’yı Kırım Savaşı’na kadar götürecek olan bu iknadan dolayı, sonraları III. Napolyon Mustafa Reşit Paşa için; “beni dolandırarak Fransa’yı pahalı bir savaşa soktu” demiştir. İngiltere’nin müzaheret ve desteği kaçınılmazdı. Bu savaş İngiltere’nin ordusunu ve maliyesini zora soksa da en önemli müttefik olarak Türkiye’yi Rusya’ya karşı desteklemiştir. İlerde Mithat Paşa da 1877 krizinde İngiltere’nin aynı şekilde Rusya’ya karşı bizi destekleyeceğini düşünecek ve tabii ki yanılacaktır.
Tanzimat’ın devlet adamları gerek Rusya’ya karşı direnişte ve özellikle mülteciler meselesinde Macar, Polonyalı ve İtalyan sığınmacı askerlere geri vermemekle Avrupa kamuoyunun desteğine sahip oldular. Genç Piedmonte krallığı da bu nedenle müttefikimiz oldu. Londra’da sokaktaki gençlik sefirimiz Kostaki Muzurus Paşa’nın arabasının atlarını çözdüler ve büyükelçiliğe kadar tezahüratla Paşa’nın kupa arabasını çektiler.

Kenize Murad’ın başına gelen


Savaş dış borçlanmayı getirdi

Osmanlı İmparatorluğu bir savunma içindeydi. 1826’dan beri kurulmakta olan modern ordu ilk defa ciddi bir savaşa giriyordu. Şu kadarını söyleyelim bu savaşın bize getirdiği masraf borçlanmayı da birlikte getirmiştir yoksa dış borçların nedeni yeni yapılan saraylar değildir.
Rusya hazırlıksızdı, demiryolu sistemi Kırım’a kadar uzanmıyordu. Asker eğitimsizdi ve yolsuzluklar Rusya İmparatorluğu’nun da Osmanlı İmparatorluğu kadar hasta adam olduğunu gösteriyordu. İki buçuk yıl boyu Rusya her sınıftan insan unsurunu Kırım yarımadasında harcadı. Savaşın dehşetini tarih kitapları ve askeri raporlardan çok; ünlü yazar Lev Tolstoy’un “Sivastopol 1855” adlı eserinden izlemek gerekir. Rusya gerçekten toplumsal ve ahlaki bir çatlama içine girmişti. Kırımlılar kanlı savaşlarla ülkelerine gelen kurtarıcıları karşıladılar, sadece Müslüman Türkler değil Kırım Yahudileri de... Bu nedenle birkaç yıl sonra bütün bu etnik gruplar Osmanlı İmparatorluğu’na kalabalık miktarda göç ederek sığınmak zorunda kaldılar. Çar 1855 Mart’ında öldü. Yeisinden intihar ettiğini söyleyenler de oldu. Kırım savaşı Rusya’nın kendine güvenini ve aydın sınıfların dünyasını sarstı. İmparatorluğun etnik grupları bundan sonra ulusçu politikalar güden aydın ve seçkin gruplar tarafından yönlendirilerek hayatlarında yeni bir safhaya girdiler.

Batılı Hıristiyana karşı gönüller yumuşadı

Osmanlı cemiyeti; İtalyan, İngiliz, Fransız gençlerin ülkeyi savunmak için boğazı geçip kuzeye gittiğini orada öldüğünü veya sakatlanıp döndüğünü gördü. Batılı Hıristiyan’a karşı gönüller yumuşadı. Paris Kongresi’ne giden Türkiye Concert Europeen (Avrupa uyumu) dediğimiz bugünkü Avrupa Konseyi misali kuruluşun içine girdi; yani Avrupa’nın büyük devletlerinden biri oldu. Islahat fermanıyla benzer biçimde, ama unutmayalım karşılıklılık esasına göre mülk edinme, ticaret, hukuki haklar konusunda ecnebilere de haklar bahşedildi. Bu sonuncu tasarrufu tenkit eden Mustafa Reşit Paşa taraftarları mesela Ahmet Cevded Paşa; Mehmet Emin Ali Paşa ve Fuat Paşa ikilisinin adeta memleketin aleyhinde haklar bahşettiklerini söylediler. Oysa III. Napolyon’un çok kızdığı “beni dolandırdı” dediği Mustafa Reşit Paşa onun itirazıyla Paris kongresi delegasyonunun dışında bırakılmasa idi, muhtemelen
o da aynı statüyü kabul ederdi.
1856’da ortaya çıkan Avrupalılık ne Avrupa devletlerini ebedi sulha götürdü, ne de Osmanlı devletinin toprak bütünlüğünü garantiledi. Bugünkü Avrupa Birliği’nin serencamını da tarih gösterecek.