Mühendis değilim ama tarihçiyim, Türk’üm ve dünyadaki arşivlerin durumunu biraz biliyorum. İmparatorluk Arşivi’ni Kâğıthane’ye taşımak, Babıâli’den uzak tutmak saygısızlıktır
Topkapı Sarayı’nda görevliyken arşivleri Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nin idaresine vermeyi düşünmüştüm; Kâğıthane projesini duyunca vazgeçtim.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne 1970’li yılların başında girdim. O zaman arşiv binası bodrum ve birinci kattan oluşan bir binadaydı ve İstanbul vilayetinin arka bahçesindeydi. 1930’larda asıl binaya yapılan bir ilave olmalıydı. Yanı başında ise Tanzimat döneminin bence zihniyet üstünlüğünü gösteren fennî ve muhteşem bir arşiv binası vardı. Osmanlı Hazine-i Evrakı buydu. Fossati Biraderler’e yaptırılmıştı. Fossatiler herkesin bildiği gibi Tanzimat döneminin birçok kamu binasını yapan ve Ayasofya’yı dahi onaran İsviçre-İtalyan asıllı mimarlardı.
Ben arşiv deneyimimi ilk defa Avusturya’da edindim. Viyana’da başbakanlığın içinde bir okuma salonu vardı ve arşivin depoları da buradaydı. Her yerde olduğu gibi evrak bir gün evvelden ısmarlanarak gelirdi, bizde de öyleydi. Viyana’daki arşivde koridora çıktığınız zaman bir vitrinde Başbakan Prens Metternich’in adeta kaçarcasına istifa ederken bıraktığı evrak çantası bile dururdu. Kuşkusuz vesikaların tasnifi tamamdı. Bizim arşivimizde ise mevcut olduğu söylenen evrakın büyük kısmı tasnif dışıydı. Daha kötüsü Süleymaniye ve Sultanahmet’te medrese hücreleri depo olarak kullanılıyordu. 1980’den sonra tedbirler alındı. Bunların ciddi tedbirler olduğunu söyleyemem. Turgut Özal zamanında Hasan Celal Güzel Bey, Başbakanlık Müsteşarı olunca arşivlerde hem inşaat hem de tasnif için kalabalık sayıda Osmanlıca bilen uzman almak gibi faaliyetlere girişildi. Asıl önemlisi arşivler tartışılan bir konu haline geldi. Yine de arşive verilmesi gereken eski Defterdarlık binasının Vali Nevzat Ayaz tarafından İstanbul Emniyeti’ne tahsisi gibi arşivleri iteleyen tasarruflar da olmuştur.
Bu devlet Sadaret Arşivi’ne ve Topkapı Saray Arşivleri’ne nedense sözde sahip çıkmayı kendine iş edinmiştir. Bir cumhuriyetçi Fransız’ın, bir sosyalist Avusturyalı’nın, bir Sovyetik Rus’un eski imparatorluk arşivlerine gösterdiği saygıyı ve huşuyla bakışı bizimkiler nedense beceremezler.
Herkes işini yapsın, arşiv işini tarihçilere bırakın
Bu konuda en son yapılan iş Kâğıthane’deki arşiv binasına Başbakanlık Arşivi’ni taşıma projesidir. Kâğıthane arşivlerinin fenni olmadığı tartışılıyor. Mühendis değilim, böyle lüzumsuz münakaşalara hiç girmem; ama tarihçiyim, Türk’üm ve dünyadaki arşivlerin durumunu biraz biliyorum. İmparatorluk Arşivi’ni Kâğıthane’ye taşımak, Babıâli’den uzak tutmak densizliktir, saygısızlıktır ve de lüzumsuz bir görüştür. Babıâli’den İstanbul valisi ve büroları taşınabilir. Doğru da olur. Babıâli’de başvekilin ve hariciye vekâletinin temsilciliğini yapan ofislerin olması gereklidir. Aynı şekilde Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nin de Babıâli’deki binalarda bulunması mümkündür ve bu binalar da esasen mevcuttur.
Şahsen Topkapı Sarayı’nda görevliyken arşivleri Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nin idaresine vermeyi düşünmüştüm; Kâğıthane projesini duyunca bu işten vazgeçtim. Daha başka tatsız işler de yapılıyor. Kağıthane Belediye Başkanı’nı ve muhterem Kâğıthane halkını aleyhte fikir beyan eden tarih hocalarına karşı yanlış bilgilendiriyor ve yöneltiyorlar. Herkes kendi işiyle uğraşsın, arşiv
işini de tarihçilere bırakınız.
Peki Kâğıthane Arşivleri ne olacak? Tabii ki arşiv olarak kullanılacak. Arşiv demek sadece Başbakanlık ve Saray Arşivi’ndeki evraktan ibaret değildir. İstanbul gibi bir tarihi başkentte şehirdeki eski üniversitelerin, yanan Maarif Nezareti’ndeki eski arşivin, belediye (şehremaneti), ticaret odalarının sayısız evrakını saklayacak yer lazımdır. Falan tarihteki otobüs ve tramvay bileti dahi kıymetli evraka girer. Hastane kayıt örnekleri de öyle.
Kâğıthane arşiv binasının büyük başkentlerde olduğu gibi Şehir Arşivi olması lazımdır. İstanbul’da böyle bir arşivin olmaması zaten büyük bir ayıptı. Binaenaleyh illa da biz yaptık oldu demenin anlamı yok, Saray-ı Amire arşivlerinin ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nin olduğu yerde kalması bir tarihî zarurettir. Hele Fossatilere yaptırılan Tanzimat dönemi arşiv binasının
“biz burada sergi açacağız” gibisinden boş projelerle devreden çıkarılması kabul edilemez.
Sosyal Bilimler Liseleri
MEB ben lise yıllarındayken pek de Türk icadı denemeyecek bir girişimde bulundu; Fen Lisesi... Başlangıçta bu bir taneydi ve Ankara’da kuruldu. Öğretmenler bile uzun bir imtihan sürecinden geçiyordu. Sağ-sol ayrımı yapmadan üniversitelerin gözde profesörleri sınav kurullarındaydı. Alınan öğretmenlerin listesine baktığınız zaman ciddi sınavın ne olduğunu anlıyordunuz. Büyük liselerin tanınmış hocaları fen lisesi öğretmeni olmaya hak kazanmıştı, bizim Ankara Atatürk Lisesi’nin öğretmenleri grup halinde en başta gelendenlerdi. Ne var ki hiçbiri de oraya gitmedi. Öğrenciler çok seçkindi ama seçme sınav notuna bakarak yapılmıştı. En disiplinli öğrencinin alındığı söylenemez fakat Fen Lisesi beklenenin üzerinde başarı gösterdi, Türkiye’nin de tıp, mühendislik ve biyojenetik gibi dallarda atılım yapmasının nedeni bu okuldur.
Türkiye şartlarıyla bir model
Yabancı proje modeli Türkleştirilmiş ve başarıya ulaşmıştı. Onun için Türklüğümüzü gösterdik; az zamanda bunları sulandırmaya başladık ama halen seçkin eğitim kurumlarıdırlar. Bunun alternatifi de düşünüldü; edebiyat liseleri. O yıllarda Murat Katoğlu ve Sina Akşin’in imzasıyla birlikte bu liseler için bir müfredat da öngörmüştük. Kuşkusuz modeli çizerken Batı’da özellikle Alman-Avusturya dünyasındaki hümanist gymnasium’lardan da istifade edilmişti ama Türkiye şartlarıyla bir model çizildi. 30 yıl sonra bu model tekrar ele alındı, tasvip etmediğim bir isim kondu; Sosyal Bilimler Lisesi. Filoloji ve tarih eğitimine gereken önemin gösterilmediği anlaşılıyordu. Ne klasik şark dilleri (Arapça, Farsça) ne de klasik garp dillerinden (Latince, Yunanca) seçme yapılmıştı. Galiba sayıları otuzu geçen bu okullarda Osmanlıca eğitimi tek önem verilen yan. Her şeye rağmen öğrenciler memnundu. Birkaçına konferansa gittim, sorular öğrenciler hesabına iç açıcıydı.
Şimdi okulların kapatılması veya entegrasyonu gibi söylentiler dolaşıyor. Yetkililer kesin bir cevap veremiyor. Kapatılmaları veya başka programlara
sözde bütünleştirilerek eritilmeleri
MEB’in kalabalık başarısız hanelerinden birine yazılacaktır mutlaka.