On yıllardır “Kürt sorunu”nu tartışıyoruz ya...
1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınlarından sonra ana akım bir gazetede “Kürt sorunu” kavramını ilk kim telaffuz etmiştir, yani sorunun adını kim koymuştur biliyorsunuz değil mi?
Bilmeyenler için söyleyeyim; o kişi dün toprağa verdiğimiz büyük gazeteci Mehmet Ali Birand’dır.
“Kürt sorunu” ifadesi, bir gazetede ilk kez bundan 26 yıl önce, 3 Mart 1987 tarihli Milliyet’te Mehmet Ali Birand imzalı köşe yazısında kullanıldı. Hem de satır aralarında değil, en göze çarpan yerde... Yazısına, “Kürt sorununu askeri harekatla çözemeyiz” diye başlık atmıştı.
O gün şunları yazdı Mehmet Ali Birand:
“Bugün karşımızda bir ‘Kürt sorunu’ vardır. Biz resmen ne kadar ‘dağ Türkleri’ desek de diyelim, sorunumuz açıkça ‘Kürt sorunudur’. Önce adını doğru dürüst koyalım.”
Birand’ın o zaman büyük yankı uyandıran bu yazısını hiç unutmadım.
21 yıl sonra, 2008’de Türkiye’nin yine PKK’ya bilmem kaçıncı sınır ötesi harekat olasılığını falan tartıştığı bir ortamda Birand’ın o yazısını okuruma hatırlatmak istedim.
Onca yıldır içinde debelendiğimiz anakronizmin bizi Kürt sorununda nasıl da trajikomik bir duruma sürüklediğini, o 1987 tarihli yazıdan daha iyi başka hiçbir metin gösteremezdi.
O yazıda Birand sınır ötesi harekatların çeşitli sakıncalarını gayet isabetli biçimde vurguluyor ve ülkeyi yönetenleri askeri çözüm ısrarından vazgeçerek, ekonomik, sosyal ve kültürel, uzun vadeli önlemler almaya çağırıyordu. Öyle paragraflar vardı ki o köşe yazısında, sanki 21 yıl önce değil, 10 gün önce yazılmışlardı.
Uzatmayayım, 2 Mart 2008 tarihinde bu köşede “Mehmet Ali Birand 21 yıl önce ne yazmıştı?” başlıklı bir yazı yer aldı.
O günün sabahı gazetenin yolundayken telefonum çaldı; arayan Mehmet Ali Birand’dı.
“Bir zamanlar böyle bir yazı yazmıştım diye benim de aklımda kalmış ama ne zamandı tamamen unutmuşum; benim için çok hoş bir sürpriz oldu bu sabah, teşekkür ederim” dediğini hatırlıyorum.
Şimdi kendinizi Birand’ın yerine koyun.
Bir yazı yazmışsınız ve bu yazıyla Kürt sorununa adını doğru olarak koyan ilk gazeteci siz olmuşsunuz.
Ama bu çok önemli yazınız belleğinizde hak ettiği yeri bulmamış.
Neden acaba?
Keşke bu soruyu kendisine o sabah beni aradığında sorsaydım.
Şimdi kendi cevabımı bulmak durumundayım.
Birand’ın “Liberalizmin medyadaki öncüsü olmak, tabuları yıkmak” falan gibi bir takım sonradan edinilmiş siyasi hırsları yoktu... Siyasileşmiş bir gazeteci değildi; derdi “iyi gazeteci” olmaktı. Ve kariyeri boyunca çok çok iyi bir gazeteci oldu.
Bir sorunun adını doğru koymak da iyi gazeteciliktir. Ertesi yıl “Apo”yla ilk röportajı yapmanın ön koşulu, neyin röportajını yaptığını bilerek ve söylemiş olarak gidebilmekti Bekaa’ya...
Ama Türkiye gibi bir ülkede derdin iyi gazeteci olmaksa başka derde ihtiyacın yoktur.
Yaptığın iyi gazetecilik sen istemesen de sonuçta tabu yıkar, ifade ve basın özgürlüğünün alanını genişletir. Türkiye’de iyi gazetecilik için cesaret de gerekir. Birand’ın, iyi gazetecilik yapmak için ihtiyaç duyduğu cesaretin bir kaynağı da özgürlükçü karakteriydi. Ve bu karakter iyi gazetecilikle muazzam uyum sağlıyordu.
Bu sayede zirvede ve fakat masumiyetini kaybetmemiş bir gazeteci olarak öldü. Türkiye’nin başı sağ olsun.