Kadri Gürsel

Kadri Gürsel

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dün kaldığımız yerden, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın laikçiliğinden devam edelim. Başbakan Erdoğan ne iyi etti de ziyaret ettiği üç “Arap Baharı” ülkesinde laiklikle ilgili mesajlar verdi... Bu sayede kendisinin laiklik konusundaki görüşlerini bugüne kadarki en derli toplu haliyle öğrenmiş olduk.
Üç ülkede de ne zaman laiklikten bahsetse, “Kişiler laik olmaz, devlet laik olur” şeklindeki sloganı tekrarladı.
Trablus’ta düzenlediği basın toplantısında, “Ben laikliği dinsizlik olarak kabul etmiyorum, laikliği din karşıtlığı olarak kabul etmiyorum” diye konuştu.
Tunus’taki basın toplantısında, “Anglosakson bir laiklik anlayışı veya Batılı anlamda bir laiklik anlayışı değil. (...) Bir Müslüman, laik bir devleti başarılı bir şekilde yönetebilir. Laik devlet her inanç grubuna eşit mesafededir. İster Müslüman olsun, ister Hıristiyan olsun, ister Musevi olsun, ister ateist olsun... Hepsinin güvencesidir” dedi.
Dar bir açıdan da olsa, yüzeysel de kalsa, Sayın Başbakan’ın bir laiklik savunusu yapmış olması müspettir. “Laiklik”ten türeyen kavramların sözde liberal ve İslamcı tasalluttan kurtarılması adına Türk düşünce hayatına nesnel bir katkıda bulunmuştur.
Doğrudur, laik olunamaz; fakat dindar, agnostik (bilinmezci) ya da ateist olunabilir. Ama laikliği savunduğunuz an nesnel biçimde “laikçi” olursunuz. Ve Müslümanlar da laikçi olabilir.
Laikçilik, normatif, yani kuralları olan, etik bir dünya görüşüdür. Başbakan’ın dediği gibi laiklik, dine karşı herhangi bir olumsuz tutum içinde değildir. Laiklik ve onu savunmanın doğal hali olan laikçilik, değişik inanç gruplarının birlikte yaşayabilmelerini mümkün kılan yegâne perspektiftir.
Kavramları yerli yerine oturtmak, laiklik ve laikçiliğin üzerine atılmış çamuru temizlemek gerekiyor.
Klasik İslamcılar, özünde laikliğin her düzey ve şekildeki tezahürüne kategorik biçimde karşı oldukları içindir ki laikçiliğe din aleyhtarlığı atfetmişlerdir.
Aslen din karşıtı olan ise laiklik ya da laikçilik değil, ateizmin kamusal ya da siyasal biçimleridir. Dini inancı yok etme hedefini güden siyasal ateizmin en trajik örnekleri eski Sovyetler Birliği ve Arnavutluk’ta yaşanmıştır. Kamusal ateizm ise tek tanrılı din karşıtı bir misyonerlik faaliyetini andırır.
Başbakan Erdoğan’ın laiklik savunusuna dönersek...
Erdoğan laikliği “her türlü dinin ve ibadetin ve bu arada dinsizliğin de özgürlük teminatı” gibi son derece dar bir manada yorumlasa bile, ortada savunulmuş bir laiklik vardır. Bu durum, laiklik ve laikçiler için bir direnç ve hareket noktasıdır.
Bu arada, savunduğu laiklik anlayışı Batı ya da Anglosakson tipi değilse nedir? Açıklarsa memnun oluruz. Çünkü mevcut “Diyanet” bir Sünni kurumu olduğuna göre Arap kentlerinde savunduğu, “tüm inançlara ve hatta ateistlere eşit mesafede duran bir laik devlet” bugünkü TC olamaz.
Her neyse, biz sadede gelelim...
Can alıcı konumuz ne “laik devlet”, yani laiklik ve ne de laikçilik...
Ama laikleşme... Ya da Frenkçesiyle sekülarizasyon; Türkçeye uyarlanmış haliyle sekülerleşme...
Özetle “sekülerleşme”, toplumsal hayat, siyaset ve kültürün dinsel kurum ve sembollerin egemenliğinden ve de dinsellikten arınması sürecinin adıdır. Cumhuriyet’in baskıcı Batılılaştırmasıyla birlikte uygulanmış ama neticede geniş bir kesim tarafından içselleştirilmiş ve kök salmıştır.
Ve bugün AKP bazılarının sandığı gibi laiklik karşıtı değildir, sekülerleşme karşıtıdır. Sekülerleşmeye karşı stratejik bir mücadele sürdürmektedir.
Laikliğin yasal ve kurumsal çerçevesine dokunmadan, Sünni İslam’ın öğe ve değerlerini toplumsal hayata, siyasete ve kültüre, kısacası kamusal alana egemen kılma çabasıdır bu. Yerel yönetimler, iktidar medyası, eğitim kurumları ve mülki idarenin koordine edilmiş gücüyle uygulanmakta ve bunaltıcı olduğu anlarda “kamu baskısı” haline gelmektedir.
Ramazan’da İstanbul’un bohem semtlerinde içkili lokantaların sokağa masa çıkarması yasaklanırken, buna karşılık sokak iftarlarının yaygınlaştırılması örneğinde olduğu gibi...
“Sekülerleşme karşıtlığı” iktidarın reel ideolojisi olan “neo-İslamcılığın” kendisini en çok hissettirdiği siyasi tutumdur. Toplum, kültür ve siyaseti, kamu baskısıyla dinsel manada muhafazakârlaştırarak dönüştürmeyi esas alan, reformdan geçmiş İslamcılık kısacası...
Laikçiler rahat olsun, gündemde “şeriat devleti” yok.