22.02.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:
Nilgün Cerrahoğlu
Binlerce "feet" yükseklikte uçuyorsunuz. Pilot kabininde aniden bir gürültü kopuyor. Pilotlardan biri kabinden fırlıyor. Tam o sırada vahim bir irtifa kaybı yaşanıyor. Panikleyen yolculara dışarı fırlayan pilot içeridekini şikayet ediyor:
"Bana hakaret etti. Terbiyesizlik, sorumsuzluk, saygısızlık yaptı. Özür dilesin. Çakılırsak sorumluluk onundur!.."
Basit bir örnek belki. Ancak sonuç itibarıyla böylesine akıl dışı ve dehşet verici bir olay yaşadık pazartesi günü.
"Ama efendim Cumhurbaşkanı'yla Başbakan baş başa değildi. Bir Başbakan devlet bürokrasisi önünde o lafları yiyemez!" diyenler var hala.
Devletin en yüksek iki makamı arasında diyalog niye kurulamıyor?" diye sormak gerekmez mi:
"Diyalog kopukluğunun sorumlusu kim? Çankaya ile hükümet arasında ağustos ayından bu yana süregiden ve her defasında - yalnız Cumhurbaşkanı'nın değil kamuoyunun da - tahammül sınırlarını zorlayan bir dayatma ve meydan okuma üslubuyla ortaya çıkan kararname çatışmalarının müsebbibi Sezer mi? Çok açık ve amaca yönelik biçimde Cumhurbaşkanı'nın yetkileri ve süresini kısaltmak ikide bir gündeme getirilmiyor mu? bu yapılırken hukuk ve demokrasinin en temel kuralları ayaklar altına alınmıyor mu?"
Soruları çoğaltmak mümkün. Görünen o ki Cumhurbaşkanı sonunda "dolmuş" ve "benim de söyleyeceklerim var" noktasına gelmiştir. Yılların siyasetçisi Ecevit'in:
1. Muhatabının kim olduğunu bilmesi...
2. Kendisine bu lafları söylettirecek noktaya onu hiç getirmemesi...
3. Gelinen noktada - Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın da işaret ettiği gibi - "içeride kalıp, gereken cevabı vermesi" gerekmez miydi?..
Liderlik ve siyaset bu değil mi?
Hiç yapılmayacak bir şey varsa o da kendisi yerine bir başkasının - Hüsamettin Özkan'ın - Cumhurbaşkanı'na cevap vermesine fırsat tanımaktır. Başbakan Ecevit meydanı boş bırakmamalı, savunmasını kendisi yapmalıydı.
Bunların ötesinde devletin en üst düzey iki sivil sorumlusunun hem de askeri bürokrasinin ağırlığıyla özdeşleşen bir kurum MGK'da karşı karşıya gelmesi, kurumsal anlamda her iki makamı da yıpratan bir ortam yaratmıştır.
Birileri çıkıp, "Bu iş sivillere bırakılamayacak kadar ciddi bir yere gidiyor. Bu uçağı uçursak uçursak gene biz uçururuz!" derse ne olacak?
Gerek Ecevit, gerekse Sezer "tarihi bir sorumluluk" altında. Rasyonel olan ikili diyaloğun yollarını aramak ve dünya aleme açık edilen "diyalog kopukluğunu" bir an önce tamir etmek değil mi?
Hükümete yakın kaynaklar ne yazık ki olayların bu yönde gelişeceğine dair hiçbir umut beslemiyor: "Pazartesi yapılacak MGK toplantısı görünürde olağan gelişecek" diyor üst düzey bir siyasetçi:
"Cumhurbaşkanı ve Başbakan ortalığı yatıştırmak adına birbirlerine jest bile yapabilirler. Ama bu görüntüden öteye gitmez. Mesele yolsuzlukla mücadele üzerine kopan bir fırtınayla sınırlı değil. Cumhurbaşkanı ve Başbakan giderek iki farklı eksende yol alıyor. Başbakan Ecevit statükoyu yüzdürmeye, ayakta tutmaya; Cumhurbaşkanı açılım ve değişimi zorlamaya çalışıyor. Hatta bir yoruma göre muhaliflerin liderliğine soyunuyor. Bu ikili önümüzdeki dönem diyalog noktasına ilerlemeyecek, bilakis her fırsatta ayrışacaklardır. Sürekli birbirlerinin adımlarını kontrol ederek, birbirlerine karşı kendilerini kollayarak yol almaya devam edecekler. Böyle iki adım geri, bir adım ileri devam eder bu iş..."
Ne diyelim? Kemerlerinizi sıkı sıkı bağlayın.