07.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:
Yavuz Donat
CUMA, sabah saat 07.00...
Ankara - Yükseliş Koleji'nin önü dolmaya başlıyor.
SSK'ya alınacak personel için sınav var.
Ancak sınav saat 13.00'te başlayacak.
Bu soğukta, altı saat önceden, sınav yerinin kapısına yığılmak neden?
İşsizlikten, açlıktan, çaresizlikten.
Kimi Konya - Cihanbeyli'den gelmiş.
Kimi Erzurum - Hınıs'tan.
Kiminin üzerinde eski - püskü bir yağmurluk var.
Kiminde o da yok.
Simitçiler, köfteciler, seyyar çaycılar.
Beşyüzün üzerinde polis.
Bu manzaraya yürek dayanmaz.
İşsizlik, en büyük adaletsizlik.
Eğer SSK'ya girebilmek için, sınav yapılacak olan kolejin önünde "parti mitinginden daha büyük bir kalabalık" toplanıyorsa, adaletsizlik toplumsal barışı sarsar hale gelmiş demektir.
Bir yanda nüfusun tepedeki yüzde 20'si...
Milli gelirin yüzde 57'sini alan kesim.
Bir yanda da "aşağıdaki yüzde 20."
Milli gelirin yüzde 4'ü ile yoksulluk sınırının altında sürünen kesim."
Değişsin artık bu düzen!..
* * *
YÜKSELİŞ Koleji'nden ayrılıp, gazeteye geçiyoruz.
Kemal Yazacıoğlu'nu arıyoruz.
Devletin en üst yöneticilerinin, daha 48 saat öncesine kadar "aslansın... Kaplansın... Başarılısın" dedikleri Yazıcıoğlu "kırgın."
"Aynı kategoride olmamalıydım" diyor.
Haklı...
"İfadesini aldıkları" ile birlikte açığa alındı.
Yazıcıoğlu:
- Bari "nedenini" söyleselerdi. "Neden aldıklarını" açıklasalardı.
Bir süre susuyor.
Sonra "ayıp ettiler" diye konuşuyor.
Bunca yılın emniyet müdürü...
Ağzından çıkan her sözü ölçüyor, biçiyor.
- İlk tepkiniz ne oldu Kemal Bey?
- Şaşırdım. Tabii bu bir tasarruf... Yetki kullanımı. Yetkilerini "bu yönde" kullandılar.
- İçişleri Bakanı ile konuştunuz.
- Evet.
- Bakan ne diyor?
Yazıcıoğlu'nun yanıtı ilginç:
- Bakan'ın bir tavrı yok.
Bu sözü herkes, istediği gibi yorumlayabilir.
Galiba en doğru yorum "Bakan bu işlerin tam içinde değil... Bakan, ne istenirse onu yapıyor."
- Sayın Yazıcıoğlu, bundan sonra neler olacak?
- Her şey açığa çıkar.
- Bu iş "nereye kadar" gider?
- Hiyerarşi içinde, yetkililere, bütün bilgileri verdim.
İnsan kolay yetişmiyor.
Kemal Bey de kolay yetişmedi.
Devlet "bozuk para gibi" insan harcamamalı.
* * *
BU iş nasıl başladı, nasıl "bu hale" geldi?
Kumarhane sahibi Ömer Lütfi Topal "vurulacağını biliyordu."
Ve ilgili makamlara "beni vuracaklar" demişti.
Kendisinden alınan "6 milyon doların" taksiminde galiba sorun çıkmıştı.
Topal vuruldu.
Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu olayı kısa sürede çözdü.
Bu işe bulaşan üç polis "36 saat süreyle sorgulandı."
Sonra "dosya" Ankara'ya istendi.
Üç polis de "Bucak'a koruma oldu."
İşte bu arada beklenmedik bir gelişme... Susurluk kazası patlak vermez mi?..
Mesut Bey Çankaya'ya çıktı.
Çankaya, Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu'nu çağırdı.
Kemal Bey "her şeyi" anlattı.
Çankaya dedi ki "önce devlet... Gerekeni yapınız."
Sonra İstanbul'a müfettişler gittiler.
Yazıcıoğlu'na "bildiklerini anlat" dediler.
Kemal Bey de onlara dedi ki "bir şey bilmiyorum... Elimde ne tutanak var, ne de bant."
Bu dönem, Prof. Erbakan'ın "fasafiso" dediği dönemdir.
Ancak, Çankaya'nın uyarısı üzerine Başbakan, "fasafisodan" geri adım
attı.
Ve Prof. Erbakan, Yazıcıoğlu'nu çağırdı:
- Konu nedir, anlat!..
Yazıcıoğlu "Demirel'e anlattıklarını" tekrarladı.
"Tutanak da var, bant da" dedi.
Başbakan:
- Bunları müfettişlere neden söylemedin?
- Söylesem "kayda" geçerdi. Devlet yara alırdı. Bunlar Avrupa'da, Türkiye'nin aleyhine kullanılırdı.
Erbakan:
- Senden memnunum. Sana güveniyorum. 48 saat önce önüme "görevden alınma kararnamen" geldi, imzalamadım. Bu işin üzerine git. Sayın Cumhurbaşkanı gibi, ben de arkandayım.
Başbakan böyle dedi ama, Yazıcıoğlu, Bakan tarafından "kaydırılıverdi."
Sonuç:
Bir yanda işsiz milyonlar...
Geçim sıkıntısı çeken halk...
Ve bir yanda da "devletin tahrip edilişi."
"Manzara" hiç de hoş değil.