Geçenlerde Metallica’nın neden ‘72 Seasons’ albümü çıkmadan plak fabrikası satın aldığını anlatırken, plağın geri dönüşünü rakamlarla anlatmıştım. ABD’de ilk kez plak satışları CD satışlarını solladı. Fiziksel satış alanında önemli bir dönüşümdü bu. Geçenlerde Londra kaynaklı başka bir bilgi edindim. Kaset satışlarında da büyük bir artış var. BPI (British Phonograhpic Industry) tarafından açıklanan rakamlara göre mesela 2003’ten sonra ölen kaset 2022’de geri gelmiş gibi duruyor. Birleşik Krallık’ta 2012’de 3 bin 823 adet kaset satılmış. 2022’de bu rakam 195 bin. Bu artış neden yaşandı? Pek çok açıklaması var.
2022’de kaset formatında da yayınlanan üç önemli albüm var. Arctic Monkeys’in ‘The Car’ albümü, Harry Styles’ın ‘Harry’s House’ albümü ve Florence and the Machine’in ‘Dance Fever’ albümü. 195 bin adetlik kaset satışında bu çok satan üç albümün payı var. Ayrıca 20
Türkiye her zaman şaşırtıyor, şaşırtmaya da devam edecek galiba çünkü sanırım dünyanın en dinamik ülkelerinden biri burası. Londra-İstanbul hattında bir aşağı bir yukarı dolaşan biri olarak her geldiğimde farklı şeyler dikkatimi çekiyor.
Gözümüzün önünde olup bitenlerin farkındayız ama ne kadar idrak edebiliyoruz emin değilim. Benim gibi ara ara gelip gördüğünüzde değişim belki de kendini daha çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Bağdat Caddesi, önceki gelişlerimde hareketsiz, cansız, keyifsiz gelmişti. Muhtemelen pandemide aldığı darbeyi henüz savuşturamamıştı. Pek çok mağaza boştu ve ülkenin geneline hâkim olan pandemi sonrası belirsizlik havası burada da çok canlı biçimde yaşanmaktaydı. Konuştuğum insanların yüzlerinden sıkıntıyı okuyabiliyordum.
Bu hafta İstanbul’da, devamlı boşanan ve sanırım Londra’dan alıp getirdiğim yağmura rağmen her yer günlük güneşlik. İnsanların yüzüne kan gelmiş. Bir neşe, tarifi zor bir iyimserlik. Bir tost ve bir kahveye 100 lira vermenin şokunu ben hâlâ
Hayatı kolaylaştıracağı hesaplanan e-scooter’lar startup’lar, teknoloji şirketleri ve belediyeler tarafından şehirlere büyük umutlarla salınmıştı. Geleceğin taşıtları, çevreci çözüm, ulaşımda devrim! Başlarda inandık da buna. Hepimiz destekledik. “Ne kadar güzel, hem elektrikle çalışıyor, havamızı kirletmiyor, hem de sessiz” dedik. “Bununla her yere çok kolay ve hızlı gidilir. Trafikte delirmek artık yok” dedik. Bir de ne dedik? “Arabayı almaya gerek yok, parkla mı uğraşacağız” dedik. İşte bunu dediğimizde, ne dediğimizin farkında değildik aslında. Bütün konu buydu: Park. Bunu beceremedik. Ne teknoloji becerebildi, ne startup’ların zekâ küpü sahipleri kurucuları çözebildi park sorununu.
Kadıköy Belediyesi kiralık elektrikli scooter’ları yasakladığında bir sürü tepki geldi ama halk ayağına dolanan e-scooter’lardan illallah demişti. Her yere atılmış, sokaklara, kaldırımlara, evlerin önüne, olabilecek her boş köşeye atılmış, yığılmış e-scooter’ların hayatı kolaylaştıracağına bu kadar
Algoritma senin alışkanlıklarına göre sana müzik öneriyor. Peki yapay zekâ ne yapıyor? Herkesin alışkanlığını alıyor, eviriyor çeviriyor, düşünüyor, taşınıyor, sana arzu ettiğin müziği öneriyor. Bu kadar basit mi? Biraz detay lazım galiba.
Geçen aylarda hem Spotify hem YouTube Music tarafından yeni yapay zekâ ürünleri lanse edildi. Spotify AI DJ’i, YouTube Music ise yapay zekâyla çalışan yeni radyosunu kullanıma sunuyor. Her iki ürün de deneme aşamasında. Yani dinleyiciler bu ürünleri mükemmelleştirecek diye bekleniyor. Deneme aşaması budur. Daha doğrusu teknoloji ürünleri böyledir. Kullanıcı hem ürünün parasını verir hem de parasını verdiği ürünü geliştirmek için bedavaya çalıştırılır. Önce ‘dogfood’ aşaması. Sonra bu.
Spotify sadece ABD ve Kanada’da bu uygulamayı kullanıma açtı. İlk yorumlardan anlaşılan kullanıcıların kafası karışık. Kimi bayıldı kimi nefret etti. Teknik olarak önceki algoritmik önerilerden ne farkı var diye soruluyor. Farkı, Spotify’ın
“Bugün buradan herkese net bir mesaj yolluyoruz. Cildinizin rengi ya da inancınız, evimiz kabul ettiğimiz bu ülkeyi yönetmeye engel değildir.”
İskoçya’nın yeni başbakanı Humza Yousaf, yemin töreninde sarf etti bu cümleyi. Tarihte ilk kez, İskoçya’nın Müslüman bir başbakanı var. İskoçya, bir Müslüman tarafından yönetilen tek Batı ülkesi aynı zamanda an itibarıyla. Aynı mesajı İngiltere de dolaylı yoldan vermişti bir süre önce. İngiltere hükümetinin başında, Westminster’da, bir Hindu, Rishi Sunak bulunuyor.
Humza Haroon Yousaf, Glasgow’da doğdu. Ailesi 1960’larda Pakistan’dan göçmüştü. Dedesi, Singer fabrikasında işçiydi. Babası okudu ve muhasebeci oldu.
Ailesi Pakistan’dan Kenya’ya, oradan İskoçya’ya göçmüş. Humza, Grammar School mezunu. Bizdeki Anadolu lisesi gibi. Sınavla giriliyor. Bir kişi “grammar” okulu mezunuysa bu onun hakkında şunu gösterir: Ailesi özel okulun masraflarını karşılayacak kadar zengin değildir. Ancak çocuk çok
Geçenlerde Tufnell Park’ta yürürken Charles Dance yanımdan geçti. Göz göze gelince kafasıyla selam verdi ve yanımdan geçip az ilerideki kafelerden birine girdi. 76 yaşındaki bu uzun boylu, yapılı adamı dizilerde hep önemli, otoriter, heybetli şahsiyetleri oynarken gördük. Böyle mütevazı bir günlük kıyafet içinde görmek ilginç geldi.
Charles Dance
Onu en çok Game of Thrones’daki baba, Lord Tywin Lannister rolüyle tanıdık ama aslında biraz incelerseniz Dance’in hep İngiliz aristokrat rolleri oynadığını göreceksiniz. Sevdiğim pek çok dizi ve filmde karşıma çıkan bir yüz onunki. The Crown’da Lord Mountbatten, Gosford Park’ta Lord Stockbridge, King’s Man’de Lord Kitchener… Ne zaman bir lord, general, duke rolü olsa Charles Dance işbaşına çağrılıyor İngiltere’de.
“Rabbit Hole” isimli yeni casus dizisinde rol aldığından kendisiyle hafta sonu bir röportaj yapılmış The Guardian’da. Şunu öğrendim; Dance, yüzü ve fiziksel özellikleri itibarıyla hep
Mor ve ötesi önceki gün Lon-dra’daydı. Şarkılar depremzedeler için söylendi. Jubilee Line’ın doğu ucuna doğru son duraklardan North Greenwich’te inip yeryüzüne çıktığınızda (ve hemen geriye dönüp yürümeye başladığınızda) karşınızda O2 konser ve eğlence kompleksi çıkacak. İrili ufaklı salonların bulunduğu, yeme içme mekânlarının konser kitlesine gel gel yaparcasına ışıl ışıl parladığı bu canlı müzik AVM’si (sanırım bu en doğru tanım) günümüz müzik endüstrisinin de geldiği noktanın bir boyutunu gösteriyor: Ye, iç, konser izle (ama mutlaka ye ve iç, tüket). Hatta istersen modern konutlardaki 1+1’lerde, 2+1’lerde otur. İhtiyacın olan her şeyi bir arada sunduk. Konserin alışveriş kültürüne eklemlenmesinde son nokta. Belediye toplu taşımayı da halletti neredeyse konser salonunun içine çıkıyorsun daha ne istiyorsun?
Bunları bir ara daha detaylı anlatırım bugün konumuz bu değil. Ben O2’nun içinde yaklaşık 1000 kişilik Indigo at The O2 adlı salona mor ve
Soho’nun en canlı sokaklarından Dean Street, bir dönem Karl Marx’a da ev sahipliği yapmış. Das Kapital’in bir bölümünün burada yazıldığı biliniyor. Bu daracık sokaktaki dar girişli apartmanın üçüncü katında mütevazı iki odadan söz ediyoruz.
Ev dediğimiz bu. Zaten Londra’nın merkezinde bu durum değişmiş de değil. 1800’lerin sonunda da 2023’te de Londra’da standart ev demek 60 metrekarelik iki oda demek.
Londra’daki eski eşya ve antika satıcılarını dolaşınca insan resmen minyatür denebilecek sandalye, masa ve koltuklarla karşılaşır. Bunun nedeni işte bu daracık yerlere sığışmak. Türkiye’mizdeki ferüferahlık burada yok. İngiliz yaşam tarzının nasıl ve neden evlerde değil de pub’larda yoğunlaştığını, Londralıların neden hep dışarıda yemek yediğini, eşi dostuyla kafede, pub’da, restoranda buluştuğunu da açıklıyor bu gerçek. Evler çok küçük, girip yatmalık. Oturmaya gitmelik değil. Marx işte bu ortamda Das Kapital’i yazmış bu sokakta. Bugün gündüzleri ellerinde telefonlar, evinin duvarındaki