Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Adı Marianne Ihlen. O zamanki adı Marianne Jensen. Kocası Norveçli yazar Axel Jensen’den alıyor adını. Axel ve Marianne 1950’lerin sonunda bir şekilde Yunanistan’a gidiyorlar.
Yer Hydra adası. Burası o zaman sanatçıların takılmaya geldiği, öğlen bir, akşam bir saat elektriği olan, insanların gece gaz lambasının aydınlattığı mekanlarda yiyip içip sohbet ettiği, şiirler yazıp şarkılar bestelediği bir ortam.

Marianne’in hikayesi
Ama bu sanatçı takımı öyle ekmek elden su gölden de yaşamıyor.
Mesela Marianne’in anlattığına göre sadece birer temiz tişörtleri ve basit yemekler yiyecek kadar paraları var. Ama çok mutlular.
Axel ile evleniyorlar. Yıl 1958. Bir de çocukları oluyor.
Ancak işler pek de harika gitmiyor. Axel yayıncısıyla görüşmek için Norveç’e gidip gelmelere başlıyor.
Ve ortaya çıkıyor ki meğer sadece yayıncısını görmüyormuş Axel.
O noktada Marianne adada kendi gibi sarışın çocuğuyla yaşayan, herkesin hikayesini kulaktan kulağa anlattığı bir efsane oluyor. Yunan adasındaki Norveçli kadın.
23 yaşında o sırada.
Adaya gelen Leonard Cohen’in ilgisini çekmesi de uzun sürmüyor tabii.
Marianne onu ilk gördüğü anı dün gibi hatırlıyor:
“Bakkaldan süt alıyordum. Kapıda biri belirdi. Kolları sıvanmış bir gömlek ve beyaz spor ayakkabıları giymişti. Güneş arkasından geldiği için yüzünü göremiyordum. Bana ‘Dışarı gelip bizimle oturmak istemez misin?’ dedi. Etkilenmiştim...”
Marianne ile Leonard Cohen önce dost oluyorlar. Bir süre sonra da sevgili.
Adada harika günler geçirdikten sonra Norveç’e dönmek isteyen Marianne’i Cohen götürüyor arabayla. Ve Montreal’e döndükten sonra dayanamayıp arıyor. “Burada bir evim var, şimdi tek ihtiyacım hayatımın kadını ve oğlu.”
Marianne çantaya iki tişört bir gömlek atıyor, çocuğunu da alıp gidiyor.
Gidiş o gidiş...
Hikayenin nasıl sonlandığı bu noktada hiç mühim değil.
Axel’in Cohen’le iyi dost olduğunu, 70’lerde Hintli bir kadına aşık olup evlendiğini ve 2003’te ölene kadar onunla mutlu bir şekilde evli kaldığını söyleyeyim.
Cohen malum.
Marianne 2005’e kadar ortalıkta görünmedi, kimseye konuşmadı.  Norveçli televizyoncu Kari Hesthamar ’a verdiği röportajda anlattıkları bunlar.
Ve ne oldu biliyor musunuz?
İki hafta önce, 16 Temmuz’da Norveç’in Langesund kentinde Cohen sahneye çıktığında seyirciler arasında tanıdık birini gördü. 75 yaşında sarışın bir kadın, iki torunuyla birlikte yüzünde gülücüklerle kalabalığın arasındaydı.
“İlişkimiz biteli yıllar oldu. 30 yıldır biriyle evliyim ve çok mutluyum. Ama onun her zaman beni sevdiğini, koruduğunu bilirim” diyor Marianne.
Şimdi konserde “So Long Marianne”i söylerken Cohen, neden bahsettiğini biliyorsunuz artık.

Cohen konserinde kim biletli, kim davetli?
Şu ara en çok merak edilen şey Leonard Cohen konseri için ayrılan sınırlı sayıda davetiyenin kime gideceği. Bir kere şunu söyleyeyim: Sınırlı sayıda davetiye falan yok. Gerçekten de sponsor olmadığı ve bu sadece seyircilerinin ödedikleriyle finanse edilmeye çalışılan bir konser olduğu için herkes parası neyse verip bilet alıyor. Normalde sponsor olan firmalar için ayrılan kontenjanlar da
bu sebepten bu konser için geçerli değil.
Bilet satın alıp hatırı sayılır bazı konuklarına ya da müşterilerine jest olarak dağıtacak firmalar biliyorum. Ayrıca Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı bir mekan. Dolayısıyla her konserde Belediye’nin de doğal bir kontenjanı var.
Benim duyduğum kadarıyla Okan Bayülgen, İlhan Şeşen gibi isimler de bilet almış. Bırakın onları, konseri izleyip haber geçecek fotoğrafçıların bile bilet aldığını biliyorum. Ben de aynı şekilde biletimi çok önceden satın amıştım. Son ana kadar “Ben nasıl olsa davetiye bulurum abi” diye bekleyen varsa beklemesin.
Dışarıda kalabilir.

Haberin Devamı

Marianne’in hikayesi
3G’yle ne indireceğiz?
3G lafı çıktığından bu yana herkeste bir sevinç bir coşku: “Bir şarkıyı üç saniyede indirebileceğiz.” Yaşasın indireceğiz de, ne indireceğiz, nereden indireceğiz? Belli başlı Türkçe şarkılar ve dizi müzikleri dışında aradığımız şeyi bulabiliyor muyuz yasal sınırlar içinde değerli Türk internetinde? Hayır.
Halbuki internet size her türlü kıyıda kalmış şeyi de bulup faydalanma imkanı vaat eden, tamamen kişisel zevkinize odaklı bir özgürlük platformu, bir kültür değil mi?
Değil. Çünkü bunu yaptığınızda “korsan” oluyorsunuz. Parasını vereyim, yeter ki aradığımı bulayım.
O da yok.
Ve hâlâ CD almamız gerektiğinden söz eden insanlar var.
Tüm dünyadaki yenilikleri uygulayacağız, en yeni model arabalara binip en harika bilgisayar ve telefonları kullanacağız, 3G teknolojisinin sağladığı imkanlarla yepyeni bir hayatımız olacak. Ama CD alıp dinleyeceğiz, öyle mi? İsterseniz kaset de alalım, sektör daha çabuk kurtulsun.
Yurtdışında gösterime giren bir filmi, bir diziyi, bir programı ya da şovu izlemek, yeni çıkan bir albümü dinlemek için eski Türkiye gibi “yıllarca bekleyin” diyorlar bize.
Bir dağıtıcı akıl edecek, keyfi gelecek de biz de dünyadan iki yıl sonra o albümü dinleyebileceğiz.
Satmak değil tıklanmak önemli
Dünya değişti ve artık önemli olan satmak değil kendini dinletmek.
Bugün milyonlarca satan starların sayısı azalıyor. Artık milyonlarca kez dinlenen starlar var. Hem de ücretsiz.

Haberin Devamı

30 yıllık Madonna20 milyon küsür kez dinlenmiş MySpace’te. İnternette ünlenen iki yıllık
Lily Allen mesela 32 milyonda. Çünkü o bir internet starı. Önce dinlendi, sonra albüm yaptı. Buradan aldığı güçle...
Nasıl mı? Bu dünyada insanlar en çok konser biletine para harcıyor. Çünkü bir sanatçıyı sahnede canlı izlemenin korsanı morsanı yok. O an ya oradasın ya da değilsin.
Piyasayı kurtaran da işte bu. Yıllık dünya raporları geliyor ve dünyada müzik piyasası son 10 yıldır ilk kez büyüyor. Sponsorluklar başlıyor. Bakın Coca-Cola Fuat, Pamela ve Özcan Deniz ile çalışıyor yeni şarkısı için. Çamlıca Göksel’le, Yedigün Hadise’yle, Ceza Vodafone’la, Bedük Algida’yla. İnsanlar “bedava müzik” dinlediği için.
Şimdi samimi olalım, bugün hangimiz bilmediği, duymadığı, yeni çıkan bir grubun albümüne 30 milyon verir de alır? Önce dinleyecek, beğenirse belki alacak. Ya da ayağına gidersen bilet alıp konserine gidecek. Gerçek hayat böyle.
Türkiye’de internetin büyük oyuncuları, sanatçılar ve büyük markalar derhal bir şeyler yapmalı ve Türk insanına korsan durumuna düşmeden en son gelişmeleri takip edebilecekleri sağlıklı ve yasal bir dijital ortam sağlamalı.  Teknoloji budur.
Yoksa “Aa seni görüyorum el sallasana” değil.

Haberin Devamı

Robinson Teoman Sedef Adası’nda!
Hafif Müzik haber merkezine gelen bilgilere göre Teoman Sedef Adası’nda Robinson gibi takılıyormuş tek başına.
Nasıl mı? Bağlı olduğu Avrupa Müzik’in sahibi Deniz Erdem birkaç yıl önce buradan bir ev satın almış. Sonra çok beğenip bir ev daha almış, hatta bir tane daha aldığı söyleniyor. Ve Erdem yaz başında Teoman’a “Al bakalım anahtarı, dükkan senin, ne zaman istersen git kafanı dinle” demiş.
Teoman bu tavsiyeye uyuyormuş. Adanın Büyükada tarafına bakan ve halka değil sadece adanın yerlilerine açık olan plajına gidip gün boyu takılıyormuş.
Arada da sadece adanın sakinlerini götürüp getiren motora binip rüzgarda okumaya çalıştığı Taraf gazetesine sahip çıkmaya çalışarak Kartal’a gidiyor, orada kendisini bekleyen şoförlü arabasına binerek alemlerin yolunu tutuyormuş.
Adayı o kadar sevmiş ki Teoman, annesi ve yakınlarıyla da buraya geliyormuş.
Ben olsam ben de severim. Bomboş sahil, tanıyan eden yok. İstanbul’un burnunun dibi.
Ve son dakika... Az önce bir haber daha geldi. İstanbul’da bulunan modacı Valentino’nun da Ömer Karacan’la birlikte Sedef Adası’nda olduğunu öğrendim ünlü konuklarıyla.
“Burası özel bir ada, bozulmaz” falan demeyin, memlekette her şeyin suyunu çıkarmak için “özel” bir yol bulunur...
Gelişmeleri kaygıyla izliyorum...