Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Piyanist


Dinledikleri müziği beğenmediği için insanlara küfür eden bir piyanist var. Bu kişi piyanist olmuş, notaları öğrenmiş ama müzikle ilgili en önemli şeyi öğrenememiş



Müzik insanları birleştirir. Ayırmaz. Müzik gibi evrensel, insanları birleştiren, beraber dans ettiren, beraber duygulandıran, ağlatan, güldüren, keyiflendiren bir mucizeyi ayırmak, bölmek, hakaret etmek için kullanıyor piyanist. İstediği kadar konser verse, en güzel notaları bir araya getirse kıymeti yok.
Bu piyanist “Bırakın insanlar istediği müziği dinlesin, istediği müziği dilediği gibi icra etsin, hakaret etmek neden, tepeden bakmak neden?” diyenlere yanıt vermek yerine televizyondan yine küfür ve hakarete girişti. Neden? E karşıdaki kendi gibi düşünmüyor, ondan.
“Neden hakaret ediyorsunuz?” diye soruluyor. İlgisiz bir şekilde AKP’den bahsetmeye başlıyor.
“Neden insanları dinledikleri müzikten dolayı hor görüyorsunuz?” diye soruluyor, “Patronuna mektup yazarım” diyor, “Donanımsızsın” diyor, “Salak” diyor. Büyük piyanistin seviyesi bu. Sanki “Yanlış nota bastı” denmiş de ona kızıyor. İnsanları yanıltıyor. Kıvırıyor. Verecek yanıtı yok çünkü.
Küfürbaza “küfretme, aşağılama, hakaret etme, ayıptır” demek için konservatuar mı bitirmek lazım?
Ama ne desem boş. Gözü dönmüşlere, ego patlaması yaşayanlara laf anlatmak imkansızdır. Çünkü onlar sizi değil, kendilerini dinlerler, kendilerini duyarlar sadece. Büyük sanatçı olduklarını söylerler ama televizyonda ekstrası iptal olmuş şarkıcı gibi sızlandıklarında o büyüklükten eser kalmaz.
İktidara karşı “duruş” sergilediklerini söylerler ama o iktidar kendilerine konser verdirsin diye elli takla atarlar.

Müslümcüler eleştirirken çok daha efendiydi
Bugün hangi büyük dünya sanatçısı, karşı olduğunu söylediği hükümet kendisine konser verdirmedi diye televizyona çıkıp sızlanır, şikayet eder? Bunu kendine yakıştırır? Ve hangi kitle o sanatçıyı duruş sahibi diye alkışlar?
Bakan aradığı ve konser için söz verdiği zaman AKP iyi, ses kesiliyor. Konser iptal olunca AKP kötü, ses yükseliyor.
Karşıyım diye ortaya çıkıyorsan doğru tavır en başından şartsız şurtsuz pazarlıksız “Çağırsanız da gelmem” demektir. İşler istediğin gibi gitmediği zaman televizyonlarda ucuz kahramanlık yapmak değil. Duruş aranıyorsa ben duruş diye buna derim.
Saygın ve çok okunan bir gazetenin, yazılarından hoşlanmadığı yazarına bu şekilde davranan biri “arabesk dinleyen cahil”e kim bilir neler yapar fırsat verilse, siz düşünün artık. Ve size tavsiyem bu yazıyı kesip saklayın. İleride “Köşk”ten olur da bir davet gelirse her şey sütliman olduğunda çıkarır, tekrar okursunuz.
Ben bu piyanisti kendi cemaatine havale ediyorum. O cemaat ki kendi gibi düşünmeyene ettikleri hakaretler en “beter” müziği dinleyen en bedbaht ve cahil insanı utandırır.
Yıllar önce Müslüm Gürses için “Çok reklama çıkar oldu, karizması yıkılmak üzere” diye yazdığımda Müslümcüler kızgınlıkla mesaj yağmuruna tutmuştu beni. Şimdi ikisini karşılaştırdığımda Müslümcülerin efendiliği apaçık ortada.


Ben ne düşünüyorum?
Yazılarım arşivde. Ama bir kez de buraya yazmakta fayda görüyorum. Benim başından beri sözüm bir, ne dediğim açık.
-Müzik üzerinden ayrımcılık yapma, insanları aşağılama, hakaret etme. Öncelikle ayıptır. Ayrıca “Herkes dilediği gibi davransın, hoşuna giden müziği dinlesin, bu her insanın hakkıdır” diyemeyen, bunu söylememek için mırın kırın eden adamın niyetinden şüphe ederim ben.
-Yasakla, tepeden bakmayla, aşağılamayla kültür verilmez. Bu ancak totaliter rejimlerde olur. Bu işe yarasa, yıllarca tek kanal olan, “arabesksiz” TRT’nin klasik müzik yayınları işe yarardı. Ne oldu? Halkımız bu “illet”ten kurtuldu mu zaman içinde? Eski TRT gibi birtakım insanların hangi müziğin halk tarafından dinlenebileceğine onay verdiği “iyidir, kötüdür” damgası vurduğu bir Türkiye istemem... (Piyanist görev verilse koşarak gider, eminim.)
-Kendi müziğini yaymak istiyorsan önce özendir. Örnek insan ol. Sonra sana koşarak gelir herkes. Gelmiyorsa kendine sor ben nerede yanlış yaptım diye. Kafaya vurup hizaya sokmak değildir yöntem.
-Arabesk tedavi edilmesi gereken bir hastalık değildir. Memleketimizin özel şartlarından zaman içinde ortaya çıkmış bir şehir kültürüdür. Bu kültürün müziğidir. Halkın hatırı sayılır kısmı bu müziği ve bu müzikten türeyen yeni tarzları, bu müzikten güç alan yeni pop ve rock müzikleri beğenmektedir. Siz beğenin beğenmeyin ayrı konu. Arabesk dinlemem, hiç tarzım olmadı. Ama saygıyı hak etmektedirler.
-Müzik tarihinde muhafazakarların yeni çıkan akımlara muhalefeti yeni bir şey değildir.
-Blues ve caz “Pis zencilerin müziği” diye ırkçılık yapılarak aşağılandı.
-50’lerde rock’n roll çıktığında pek çok yerde çalmak yasaktı. Zenci müziği yapan beyazlar çok küfür yedi. Ama aralarından Elvis Presley çıktı. 60’larda İngiltere’de bu müzik sansürleniyordu (“The Boat That Rocked” isimli filmi izleyiniz).
-70’lerde hard rock, 80’lerde heavy metal yükselişe geçtiğinde “Uzun saçlı serserilerin müziği bunlar” dendi, orada da şekilcilik devreye girdi.
-Aynı dönem hip hop müziği “Sokakta yaşayan keş zencilerin müziğini mi dinleyeceğiz?” diye aşağılandı.
Bu müziklerin hepsi bugün özgün birer tarz olmuştur. Her biri toplumun kendini ifade tarzıdır. İster dinleyin, ister dinlemeyin.
At gözlüğü ile manzara bu kadar
Ama bunları görebilmek için insanın kafasını piyanodan kaldırması lazım. İstediğin kadar dünyayı dolaş, at gözlüğüyle manzara ancak bu kadar.
Kayıtlara geçsin diye yazdım. Bundan öte kıyamet kopsa tek satır yazmayı düşünmüyorum. Konu kapanmıştır. Nokta.


CUMARTESİ ALBÜMÜ
“Total Life Forever” / Foals

Sizde Radiohead dinliyormuş hissi yaratan bir dans grubu düşünün. Foals öyle. Oxford’da kurulmuş, (Radiohead solisti Thom Yorke’un da orada oturması tesadüf mü acaba?). Foals son zamanlarda dinlemeye doyamadığım gruplardan. İlk albümleri “Antidotes” eleştirmenlerin gözdesi olmuş ticari açıdan da başarı sağlamıştı. Bu albümde daha derin müzikal fikirler ve cümleler var. “Spanish Sahara” gibi farklı bölümlerden oluşan epik şarkılar da var, “2 Trees” gibi Thom Yorke’vari duygu patlamaları da, “After Glow” gibi Alan Parsons’ı anımsatan vokaller de. “Total Life Forever” gibi funk hissi taşıyan şarkılar da. Bütün bu eğilimler mükemmel bir formülle birleştirilmiş. Çok yenilikçi ve zamanın ruhuna uygun buldum. Duyar duymaz “Bu ne?” diye sorma ihtiyacı duyduğunuz albümler vardır ya, onlardan. Benim için sonbaharın fon müziklerinden olacağı kesin. Yerinizde olsam bir şans veririm.
Not: Yazdığım albümlerin bazıları Türkiye’ye henüz ithal edilmemiş albümler.
Bunlara erişmek için yasal platformlardan, internet üzerinden CD satışı yapan yabamcı web sitelerinden ve stream sitelerinden faydalanabilirsiniz. Firmalarımız bunları müzik marketlerin raflarına koyana kadar başka çare yok.
Neden mi yazıyorum bu tip albümleri? Çünkü müzikler çoğu zaman filmler gibi değil. Türkiye’ye gelmeleri bazen yıllar alıyor.
Habersiz kalmayın diye...