İçişleri Bakanı istifa etmediğine göre.. İçişleri Bakanı sözlerini geri almadığına göre..
Başbakan destek çıktığına göre..
AKP sözcüsüne istifa etmek düşer!
Niye mi?
İçişleri Bakanı’nın Uludere’de ölenlere figüran demesine PKK’nın kaçakçısı ilan etmesine hak ettiler demeye getirmesine en sert tepki AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’ten gelmişti.
İçişleri Bakanı’nın yaklaşımının hükümet ve AK Parti’ye ait bir yaklaşım olmadığını söylemişti..
Daha da ötesi..
Bakan’ın yaklaşımını insani bulmamıştı..
Bu çıkışı partisi adına, AKP adına yapmıştı..
Bakan özre gerek yok derken o bir anlamda özür dilemişti..
Bu tavrı alkışlandı..
Yüreklere su serpti..
Ama gördük ki; Başbakan yurda dönünce hava değişti.. Başbakan, partinin genel başkanı benim diyerek AKP sözcüsünü onaylamadığını belli etti..
Yaklaşımı insanı bulunmayan Bakan hakkında tek kelime etmedi.. Görevde tutmaya devam etti..
Bunun siyaset dilindeki anlamı bellidir.. Başbakan Bakan’ının arkasındadır..
Durum yabana atılacak, geçiştirilecek, siyasette olur böyle şeyler dedirtecek bir durum değil..
İçişleri Bakanı’nın üslup ve yaklaşımının hükümete de..
AKP’ye de uymadığı ilan edildi..
İlan eden kişi partinin ikinci adamı.. Ama o Bakan hala koltuğunda..
Çünkü partinin birinci adamı, partinin ikinci adamı gibi düşünmüyor..
Demem şu..
Türkiye’de siyasetin seviyesi yükselmişse, siyaset anlayışı eskisi gibi değilse, dünya kriterlerini yakalamışsa, söz söyleme hesap sorma, hesap verme dönemi yaşanıyorsa, ileri demokrasi varsa..
Ya Bakan istifa etmeli..
Ya AKP’nin ikinci adamı..
İkisi de hiçbir şey olmamış gibi koltuğunda oturursa -korkarım böyle olacak - kelimenin en hafifiyle ayıp olur!..
Başbakan’ın ‘Başkanlık’ yürüyüşü başladı
Arena stadındaki kongrenin başka bir anlamı vardı..
Sadece rakiplere gözdağı vermek, biz bunu da yaparız demek için düzenlenmiş bir toplantı değildi..
Başbakan’ın gelişinden.. Hınca hınç dolu tribünlere hitap ediş şekline kadar başka bir anlamı vardı..
Başkanlık yürüyüşünün startı gibiydi.. Başbakan partisinin il kongrelerini statlara taşıyarak başka bir kampanyanın hazırlığını yapıyor..
2014’ün..
Dikkat edin.. ABD’de başkan adayları bu tür toplantılar düzenler.. Halka bu yöntemle hitap eder..
Erdoğan’da dün Arena stadına ‘başkan gibi geldi, başkan gibi’ gitti..
O manzara ikinci planda kalmasın diye.. Söz ortamı gölgelemesin diye.. Stattaki miting gibi kongre ön plana çıksın diye.. Hafızalara kazınsın diye.. Önemli bir siyasi mesaj vermedi.. Bir gün önce söylediklerini bile gündeme getirmedi..
Gördüğüm bu..
Bas parayı yapayım çocuğu!Başbakan’ın üç çocuk istemesinin bilimsel temeli var.. Öylesine söylenmiş bir talep değil..
Üzerinde düşünülmüş, taşınılmış, çalışılmış..
Memurların yüzde üç zamla üç çocuk olur mu diye sormasının da bilimsel gerekçesi var..
O maaşla üç çocuk yaparsan, adam gibi bakamazsın.. Yaşayamazsın, yaşatamazsın..
Dünya geneline baktığımızda karşımıza şu manzara çıkıyor..
Gelir arttıkça doğurganlık geriliyor..
10 bin dolar seviyesine gelince artış oranı 2.1’e, 2.2’ye iniyormuş.. Yani her 100 kadından 210- 220 çocuk.. Bizim de geldiğimiz seviye bu..
Bu durumda nüfus ya aynı kalıyor ya da çok düşük artış yaşanıyor.. Toplum yaşlanıyor..
Başbakan bunu kırmaya çalışıyor..
Peki, niye mi böyle oluyor?
Gelir seviyesi, eğitim seviyesi yükseldikçe saldım çayıra mevlam kayıra anlayışı rafa kalkıyor..
Herkes, daha iyi eğitim almak, daha rahat hayat sürmek istiyor.. Üç çocuğa bakmak ağır geliyor.. Üç çocuğa eğitimden sağlığa, tatilden giyim kuşama kadar her türlü imkanı sağlamak her baba yiğidin harcı olmuyor..
Memurların söylediği de bu; bas parayı yapayım çocuğu..