Mehmet Tezkan

Mehmet Tezkan

mtezkan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen hafta çocukluğumun, gençliğimin İstanbul’unu anlatmaya çalışmıştım.. Her tarafı plajdı.. İki adım ötesi sayfiye yeriydi dedim..
O zamanlar, mayısla eylül arasının İstanbul’u, bugünün Bodrum’unu aratmazdı.. Hangi zamanlar diyeceksiniz..
Lakerdanın torikten yapıldığı zamanlar..
Çirozun uskumrudan yapıldığı yıllar..
Sonraki kuşaklar şanssızdı.. Hengâme içinde doğup, hengâme içinde büyüdüler, büyüyorlar.. Marmara’ya uzaktan baktılar, Boğaz’a ayaklarını sokamadılar.. Yaz gelince, deniz denilince mecburen başka diyarlara gittiler.. İstanbul’un tadına varamadılar.. Çirozu bilemediler, lakerda kültürünü yakalayamadılar..
Ne yapsalardı ki..
İstanbul’da deniz yoktu.. Dört tarafı suyla kaplıydı ama deniz yoktu.. Deniz siyaha çalardı.. Üzerinde kayıklar değil pislikler yüzerdi..
*
Gerçi o günler geride kaldı, plajlar yeniden birer ikişer açılmaya başladı ama eski tadı yok.. Kent o kadar büyüdü ki, nüfus o kadar arttı ki, ihtiyacı karşılayacak hal yok.. Bu sebepledir ki; tatil günü kentten kaçma günü oldu..
*
Sadece yeni kuşak kaçmıyor, İstanbul’un kent gibi kent olduğunu görenler, o sakin, o dingin halini yaşayanlar, İstanbul adab-ı muaşeretiyle büyüyenler de kaçıyor..
Hem de temelli kaçıyor..
Fırsatını bulan, kenara üç beş kuruş koyabilen, emekliliği gelen pılını pırtısı toplayıp yallah..
Kimi Bozcaada’ya gidiyor, kimi Ayvalık’a, kimi Bodrum’a, Datça’ya..
*
İstanbul’u arıyorlar mı?
Aramadıklarını, hallerinden memnun olduklarını söylüyorlar!..
Ne yapıyorlar derseniz, burası çok enteresan.. Hemen hemen hepsi kendini tarıma vermiş..
Her biri olmuş uzman çiftçi!.
Bağcılıkla uğraşan da var, zeytin işine giren de, domates eken de.. Salatalık, patlıcan, kabak, bamya, maydanoz, dereotu derken işi bahçıvanlığa döken de var..
*
Revaçta olan domates üreticiliği.. Mevsiminde gün boyu mevzu bu.. Resmen birbiriyle yarışıyorlar, her birinin bahçesinde en az beş altı çeşit fide var..
Gözlerinin içi gibi bakıyorlar..
Eskiden bu işler zor değildi.. Çocukken dedem bahçede domates yetiştirirdi.. Bir yerlerden fide alır, gelir, diker, hayvan pisliğini sulandırarak diplerine döker, olur biterdi..
Günü gelince canavar gibi kıpkırmızı domatesleri toplamak bize düşerdi..
Şimdi öyle değil.. Resmen ders çalışır gibi hazırlanıyorlar.. Bilimsel takılıyorlar..
Okumadıkları kitap, internetten girmedikleri site kalmamış..
Sen ne ektin?
Pearson..
Sen?
Epona F1 ile Red Top denedim..
Verim aldın mı?
Seneye S Million’u deneyeceğim..
Konuşmalar bu minvalde..
*
Benim bildiğim, sırık domates vardır, köy domatesi dedikleri tarla domatesi vardır, pembe olanının tadı bir başkadır.. Çeri domatesi vardır, kokteyl domatesi vardır..
Çanakkale domatesinin üstüne yoktur..
Ama şimdilerde makbul olan başkaymış..
Adı: SC 2121..
Verimi yüksek, meyvesi bol, dolgun, tam sofralıkmış!.
*
Bu muhabbeti dinlerken, üniversite yıllarına gittim.. Sosyoloji dersindeyiz.. Hocamız efsanevi isim; Mübeccel Kıray..
O sıra televizyonda Uzay Yolu fırtınası esiyor.. Uzay gemisi Atılgan, Kaptan Kirk, Mr Spock..
Görev bitmiş, çok uzun yıllar sonra dünyaya geri döneceklerdir.. Acaba nasıl bir yaşantı kuracaklar? Senarist nasıl bir son hayal ediyor?
Merakla bekliyoruz, derste de tartışıyoruz.. Uzay ekibi döndü, kendilerine arazi alıp, çiftlik kurdular, tarımı seçtiler..
Mübeccel Hoca, ‘Demek ki insanın hayal gücü şimdilik buraya kadar’ demişti..
Biz de bu durumu, toprak hasretidir hocam; belki de çiftçilik genlerinde vardır diye izah etmeye çalışmıştık..
İstanbul’dan kaçanların hali de aynen böyle.. Uzay gemisi Atılgan’dan çıkıp toprağa ayak basanlar gibi..
İyi pazarlar..