Mehmet Tezkan

Mehmet Tezkan

mtezkan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu pazar köşem denizcilerin.. Aşağıdaki satırları gazeteci, denizci, Sadun Boro’nun yakın dostu Milliyet okurlarının yakından tanıdığı Meriç Köyatası kaleme aldı..

Köyatası’nın kaleminden en büyük denizci..

Sadun Boro’nun ardından; “nasıl yaşardı, ne yer içerdi, toplandığınızda neler konuşur, nasıl gırgır yapardınız, yaza veda partileri” gibi sorular yağmur gibi yağdı.

Bulunduğu ortamlarda, daima eğlenceli, nüktedan, neşe kaynağı idi. Ama en yakın çevresiyle baş başa kaldığında, bir başöğretmen olur, bizleri etrafına toplar, bütün ciddiyetiyle çevrenin korunması, denizcilik bilincinin geliştirilmesi konularında bizlere görev verirdi. Önce ciddi konuları konuşup kararlar aldıktan sonra da şamata gırgır alır başını giderdi.

Haberin Devamı

Dünyanın yedi denizini dolaştıktan sonra en güzel yerin Güney Ege kıyıları olduğunu düşünürdü. Güney Ege’de de Gökova Körfezi, özel olarak da Okluk Koyu en favori yeriydi. Her sene nisan ayında teknesiyle Gökova’da dolaşır, etraf kalabalıklaşmaya başladığında haziran ortasında Kuzey Ege’ye yelken açardı. Eylül, ekim aylarında Hisarönü Körfezi, Göcek, Kaş’a kadar iner, ekim sonu, kasım başında tekrar Gökova’da Okluk Koyu’nda 8 Numaralı Çam ağacına bağlardı. Elbette 8 Numaralı Çam ağacı tanımlaması da, açık posta adresi istendiğinde kapı numarası olarak yaptığı bir yakıştırma idi. Aradan yıllar geçip de bu kez normal posta adresi yerine e-posta adresi isteyenlerle de dalga geçer, balıkçılkuşu@comcom diye cevap verirdi.

En sevdiği yemek, baş gıdası ahtapottu. Salatası, ızgarası ve yahnisini yapardı. Bir akşam, Oda abla ile birlikte bizim teknede yemeğe davet etmiştik. Elinde börekle geldi. “Bıktık artık deniz ürünü yemekten, kıymalı böreği özlemişiz” dedi. Meğer ahtapotun kollarının ucundaki incecik bölümleri biriktirmiş, Oda ablaya ahtapot kıymalı börek pişirmesini söylemişti.

Sadun abinin tekne yaşamında olmazsa olmaz ritüelleri vardır. Sabah erken kalkar, yüzer, sonra ormanda en az bir saat yürürdü. Akşamüstü de ormandaki bir saat yürüyüşten sonra bir bardak rom punc hazırlar, üzerine muskat rendeler, Gracias a la vida (Teşekkürler hayat) şarkısını dinler, kafasını gökyüzüne, varsa mehtaba doğru kaldırır, Yaradan’a şükrederdi. Yemeklerde de iki duble rakıyla kendini sınırlandırırdı. Gırgır ve muhabbet güzel gidip iki dubleyi geçince, sorumlusu elbette bizler olurduk.

Haberin Devamı

Bir kış gecesi, Okluk Koyu’nda teknesinde baş başa yemek yiyorduk. Koca koyda bizden başka kimse yoktu. Yemeğin sonuna doğru “Meriç, akşam yemeğe sana haber vermeden birini daha davet ettim” dedi. Kalktı teybe Münir Nurettin Selçuk’un kasetini koydu ve gözleri dolu dolu Makber’i, Dönülmez Akşamın Ufkunu dinledi.

Her sene kasım ayının son ya da aralık ayının ilk pazarı Okluk Koyu’nda Mustafa’nın yerinde 40-50 kişinin katıldığı yaza veda partisi verirdi. Her partiye ayrı bir konseptte kıyafetle katılırdı. Bu partilerde atılan kahkahaların, esprilerin haddi hesabı olmazdı. Partiye katılan herkes yanında çeşitli yiyecekler getirirdi ama herkes ilk olarak yine Sadun Abi’nin yaptığı ahtapot yahniye, sübyeli pilava saldırırdı. Partilerde fotoğraf çekmek serbestti ama bu fotoğrafların yayımlanması yasaktı.

Haberin Devamı

Bir gün Boat Show’da dolaşıyoruz... Bir standın önünde denizci temalı mini etekli genç kızları gördü. Baktı baktı, “Ulan bunları görünce denizci olasım geliyor” diyerek espriyi patlattı.

Hayatını çevre korumaya adamıştı. Bundan dört ay kadar önce Ankara’da Çevre ve Şehircilik Bakanı, üst düzey bürokratlarıyla toplantı yapıyoruz. Ciddi ciddi anlatırken cümleyi şöyle bitirdi: “Dilimde tüy bitti. Artık doğayı, denizleri, ormanları koruyun demekten vazgeçtim. Biraz da gelecek kuşaklara kirletecekleri, bozacakları kadar bir doğa parçası bırakın” diye tatlı sert sitemde bulundu... Bu söz üzerine bütün salonda kahkaha sesleri yükseldi.

10 yıl kadar önce bir kış günü Hisarönü Körfezi’nde sevgili Çetin Kent’in evinde sohbet ediyorduk. Sadun Abi bilgisayarlarla haşır neşir değil. Çetin Kent’in önünde bilgisayar. Sadun Abi, kralların kemancısı Darwash diyor. Çetin hemen Darwash’ın hayatını anlatıyor. Sadun Abi bir şey söylüyor. Çetin hemen o konu hakkında konuşuyor. Oğlum sen bunları nereden biliyorsun diye soruyor. Çetin, ”Google”den diyor. Google yukarı, google aşağı derken Sadun Abi sinirleniyor. “Meriç kim ulan bu google, sen tanıyor musun, her şeye maydanoz” diye bana dönüyor.

Bir kış akşamı Yeşilköy’de Amatör Denizciler Federasyonu’nun lokalinde yedik içtik. Minibüse bindik, Taksim’e gidiyoruz. Gece vakti minibüs şoförü deli gibi gidiyor. Hepimizin içi dışına çıkmış. Cep telefonu çaldı. Yüksek sesle konuşmaya başladı. “Şimdi Taksim’e gitmek için minibüse bindik ama şoför arkadaş bizi Karacaahmet’e götürmeye niyetlendi” deyince, tüm minibüste kahkaha tufanı koptu. Şoför de mahcubiyetten yavaşladı.

Büyük kaptan... Bu dünyada azla yetinmeyi bilip dilediğin gibi bir hayat sürdün, her daim şükrettin, bizlere çok şey öğrettin. (Sadun Abi’nin deyimiyle) Öbür âlemde, denizlerin sakin, rüzgârın kolayına, neşen daim olsun...