15 Avrupa ülkesinden 11'inde iktidarda olan sol partilerin her birinin yoğurt yeyişi farklı. Paris'teki Sosyalist Enternasyonel toplantısında izleyebildiğim kadarıyla bize en uygunu Jospin'inkiParis'te bulunma nedenim Sosyalist Enternasyonal (SE) toplantısını izlemek değildi. Ama CHP Genel Sekreter Yardımcısı Şule Bucak sayesinde kendimi 20. yüzyılın son Sosyalist Enternasyonal toplantısında buluverdim.
2500 kişilik toplantı salonunun devasa sahnesine yerleştirilmiş 4 uzun masadan sol öndekinde İngiltere Başbakanı Tony Blair, Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, Fransa Başbakanı Lionel Jospin, İtalya Başbakanı Massimo D'Alema, Hollanda Başbakanı Wim Kok, İspanya eski başbakanı Felipe Gonzales ve Yunanistan Başbakanı Costas Simitis'i (hepsi de SE Başkan Yardımcıları sıfatıyla) yanyana dizilmiş otururlarken görünce birden heyecanlanıverdim.
Sol arka masada, Simitis'in hemen arkasında Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı Erdal İnönü oturuyordu. Sağ önde gazeteciliğimin ilk yıllarındaki gözdelerimden Portekiz eski başbakanı Mario Soares, yılların yıprattığı solgun yüzü ve bembeyaz saçlarıyla arz - ı endam ediyordu. İsrail eski başbakanlarından ve İşçi Partisi eski lideri Simon Peres, nefes kesen bilge konuşmasıyla katılımcılardan en uzun süreli alkışı alırken, İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin özerk yönetimi lideri Yaser Arafat en ön sıradaki protokol koltuklarında oturuyorlardı.
Mali'den Angola'ya bir zamanlar ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele veren MPLA ya da benzeri örgütlerin kara derili liderleri, şimdi sosyal demokrat ya da sosyalist parti liderleri ya da başbakan olarak sahnedeki 4 uzun masadan birinde yerlerini almışlardı. Latin Amerika ülkelerinin sosyal demokrat partileri de yüzyılın son Sosyalist Enternasyonal toplantısında hatırı sayılır bir varlık gösteriyorlardı.
"15 Avrupa ülkesinden 11'inin başbakanı, Sosyalist Enternasyonal üyesi" dediklerinde kafama iyice dank etti ki Avrupa'yı 21. yüzyıla sosyal demokratlar taşıyacak. Sosyalist üretim sistemi iflas etmiş, ama Avrupa halkı kapitalist sistemin savunucusu sağ partilerden de bezmiş ve sınırların kalktığı küreselleşen dünyada yeni bir yüzyıla girerken ülke yönetimlerini birbiri ardına sol partilere teslim etmiş. Avrupa halkı, küresel rekabetin eşitsizliği artıran ve geniş toplum kesimlerini ezip geçen acımasızlığına karşı
daha adil bir dünya, daha insancıl bir toplum vaat eden sosyal demokratların peşine takılmış.
Jospin, Blair, Schröder ve D'Alema ilk günün sabah oturumunda peşpeşe konuştular. Dört büyük Avrupa ülkesi başbakanlarından beni açık farkla en fazla etkileyen, Fransa Başbakanı Lionel Jospin oldu. Blair'i epey itici ve "pazarlamacı" buldum. Türkiye'de sol partiler, kendilerini güçlü bir halk desteğiyle iktidara taşıyacak politikalar oluşturmak arzusundaysalar, mutlaka Jospin'i dikkatle izlemeliler diye düşündüm. Tabii ki her ülkenin kendi koşulları, toplumsal tarihi farklı. Dolayısıyla bir ülkede başarılı olan reçeteyi alıp, diğer ülkeye uygulamak mümkün değil. Ama Jospin Hükümeti'nin "piyasa ekonomisine evet, piyasa toplumuna hayır" formülünün başarıyla yürüdüğü, Fransa'da işsizlik oranında küçük bir azalma olurken, borsanın rekordan rekora koştuğu da ortada.
Bu arada iktidara ilk geldiğinde Blair'in "Üçüncü Yol"unu esas almış ve iş dünyasının yoğun tepkisi karşısında Maliye Bakanı Oscar Lafonten'le yollarını ayırmış olan Schröder'in de, seçmen desteğinin erimekte olduğunu görünce Blair'la arasına son dönemde belli bir mesafe koymaya çalıştığını hatırlatmakta yarar var.
Devamı YarınJospin'den piyasa ekonomisine evet, piyasa toplumuna hayır!
Fransa Başbakanı Lionel Jospin, geçen hafta Paris'te toplanan Sosyalist Enternasyonel'in yıldızıydı bana göre. İngiltere Başbakanı Tony Blair'le 1997 ilkyazında peşpeşe iktidara geldiler. (Blair mayısta, Jospin haziranda.) İkisinin de performansı hiç fena değil. Ama uyguladıkları politikalar birbirinden epey farklı.
Bizim toplum ve benim birikimim ve ruhum, kıta Avrupası'na daha yakın olduğundan mıdır nedir, benim oyum Jospin'e!
Jospin özetle dedi ki:
"20. yüzyıl bir sistemler ve ideolojiler çağıydı. Ancak bunlar artık geçmişte kaldı. Faşist yönetimler de, Sovyet totaliter rejimi de, askeri yönetimler de çöktü, ama demokratik sosyalistler ayakta kalmayı başardılar.
Sosyalizm artık bir doktriner sistem değil, ama hala bir değerler manzumesi, bir tarihsel vizyon, bir kültür, siyasi ve etik ufuk.
Sosyalizmin artık bir üretim biçimi olmadığı da gerçek. Zenginliğin yaratılması ve kaynakların tahsis edilmesinde piyasanın, merkezi planlamaya olan üstünlüğü açıkça ortada. Ancak piyasa bir
değer değildir, yalnızca bir
araçtır. Etkili ve değerli bir araçtır. Ve en önemlisi düzenlenmeye ihtiyacı olan bir araçtır. Piyasa, toplumun hizmetinde olmalıdır.
Toplumların ticarileştirilmesine itirazımız var. Sağlık bir ticaret olamaz. İnsan emeği ticarileştirilemez. Beynimizin ürünleri ticarileştirilemez. Çevre ticarileştirilemez. Gelecek kuşaklara karşı taşıdığımız sorumluluk, pazarlık konusu yapılamaz.
Aslında Marksist metodolojinin yararlı yanlarını yeniden keşfedebilirsek, kapitalizmle başa çıkmamız, onu kontrol etmemiz ve yeniden şekillendirmemiz de kolaylaşabilir.
Dünya değişiyor ve değişmeye de devam edecek. Ama bu yeni dünyanın eskisine göre farklı bazı özellikleri var. Zenginliğin üretilmesine hız katan küreselleşme, aynı zamanda ekonomik eşitsizlikleri de artırdı. Bireylere yeni fırsatlar sunarken, onları risklerle de karşı karşıya bıraktı. Bu durumda bireyin bir topluluğa ait olma ihtiyacı yoğunluk kazandı. Bir kimlik sorunu ortaya çıktı. Ancak bu zaten sosyalizm için yabancı bir kavram değil. Çünkü sosyalizm sürekli toplumu, onun mekanizmalarını sorgulamayı gerektirir.
Sosyalist olmak demek, dünya ölçülerinde düşünmek ve hareket etmek demektir. Bir sosyalist, aynı zamanda enternasyonalistir.
Sosyalist olmak demek, daha kurallı bir dünya için çalışmak demektir. Küreselleşme, malların serbest dolaşımına indirgenemez.
Küreselleşme, insanlığın aynı kaderi paylaştığının bilincine varmak demektir. Küreselleşme "tek taraflılık" temeline oturtulamaz. Tam tersi, dengeli ve çok kutuplu bir dünyanın yaratılmasına katkıda bulunmalıdır.
Dünya kurallara ihtiyaç duyar. Geçen yılkı finansal kriz kapitalizmin kontrol altına alınması öğretisini bir kez daha haklı çıkardı. IMF'in siyasi meşruiyeti ve rolü yeniden düzenlenmeli, uluslararası finans suçlarına karşı mücadele edilmelidir.
Bugün için sosyalistlerin ilk hedefi tam istihdamı sağlamaktır. Enflasyondan kurtulmak istedik ve kurtulduk. İstersek bunu da başarabiliriz.
Bize empoze edilmeye çalışılan "daha fazla eşitsizlik, ama daha fazla iş ya da daha az eşitsizlik ama daha az iş" seçeneklerini reddediyorum. Sosyalistler tam istihdamı sosyal uyumla birlikte götürmeli.
Bu yüzyıl bize özgürlüğü yadsıyan sosyalizmin var olamayacağını gösterdi. Ancak eşitliğin olmadığı bir sosyalizm de hiçbir anlam ifade etmez."
Yazara E-Posta: mtamer@milliyet.com.tr