Benim anlamadığım bir şey var. Hastane, sağlık ocağı, itfaiye, banka, noter gibi çeşitli alanlarda halka hizmet veren bu tür kurumların, memleketin her noktasında bulunması için gayret edilir. Mümkün olduğunca yayılmaları, her köye, her semte dağılmaları ve vatandaşa yakınlaşmaları istenir. Böylece halka hizmet verme ve ulaşım imkanı kolaylaşır, herkes en kısa zamanda varacağı kuruma giderek ihtiyacını karşılar.
***
Ancak gelin görün ki, Şehir Hastaneleri meselesinde tam tersi bir yol izleniyor. Kentin merkezinde büyük bir Şehir Hastanesi açılıyor diye, çeşitli ilçelerde kök salmış, senelerdir halkın kullanımında olan önemli hastaneler kapatılmaya çalışılıyor. Buraların doktorları, hemşireleri ve çalı- şanları Şehir Hastanesi’ne ya da başka yerlere gönderiliyor. Hastanelerin malzemeleri dağıtılıyor, ça- lışma süreleri kısaltılıyor. Bütün bunlardaki amaç, halkı en yakı- nındaki hastaneye değil, onlarca kilometre uzağındaki yeni Şehir Hastanesi’ne gitmeye zorlamak.
***
Bu zihniyeti çözebilmiş değilim. Benzer sıkıntıyı şimdi de
Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün 26 Ağustos 1922 sabahı Kocatepe'den verdiği taarruz emri, genç Türkiye'nin özgürlük öncesi attığı son adımdı.
Saat 04.30'da Türk topçusunun ateşiyle başlayan Büyük Taarruz, Mehmetçiğin süngü savaşıyla devam etti.
Ve 30 Ağustos 1922'de savaş, Türk ordusunun kesin zaferiyle sonuçlandı.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun öyküsünü anlattığı Nutuk'ta Büyük Taarruz'dan “muazzam bir eser” diye söz eder.
İki yıl sonraki 30 Ağustos kutlamasında ise şunları söyler:
***
“Bilmeyen kalmamıştır ki: Ulusumuz, egemenliğini eline aldığı gün, en karanlık yoksulluğun, en derin uçurumun kıyısında idi. Bütün güçleri yıpranmış, bütün savunma araçları elinden alınmış, kutsal varlıkları saldırıya uğramış, pek acıklı bir durumda idi. Bütün bunları hiçe sayarak varlığını ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi. Bu kararını başarıya ulaştırabilmek için kendine bir toplu davranış, bir
Türkiye futbol liglerinin kuruluşundan itibaren, daima 1. Lig’de yer alan ve 3 büyükler olarak adlandırılan Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın taraftar kitlesi oldukça fazla.
O nedenle, bu takımların medyada diğer ekiplere göre daha çok göz önünde olması pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Fakat, bu ön plana çıkarılma durumu, diğer futbol kulüpleri için haksız rekabete yol açıyor mu?
★★★
NG Araştırma Şirket, futbol ligimizle ilgili bu ve benzeri pek çok soruyu futbol severlere yöneltti.
Her soruya da ilginç cevaplar geldi.
Mesela, bu soruyu ele alalım.
Katılımcılara, 3 büyükler dışındaki takımların medyada daha az yer bulmasının adil olup olmadığı soruldu.
Ülkemizde afetlere müdahalede inanılmaz saçmalıklar ve gariplikler yaşanıyor.
İlgili kurumlar arasındaki kopukluklar, merkezi ile yerel yönetim arasındaki iletişim bozuklukları, yetki karmaşası, önce Ankara’nın talimatının beklenmesi, yerel yönetimlerin çeşitli vesilelerle engellenmesi nedeniyle, afetlere müdahaleler yetersiz ve dağınık oluyor.
Depremler sırasında gördüklerimize, yangınlarda da şahit olduk..
Son İzmir yangınlarında benzer sıkıntıları tek tek izledik.
***
3 günde İzmir’de 4 bin hektarlık ormanlık alan yok oldu.
Burada da anladık ki, eğer merkezi hükümet ile yerel yönetim işbirliği doğru şekilde sağlanırsa, bu tür afetler daha rahat atlatılabilir.
Ancak, sistem merkezden yürütülmeye devam ederse, yerel yönetimlere gerekli yetki ve insan kaynağı verilmezse, belli ki bundan sonraki felaketlerde de aynı sorunlarla karşılaşacağız.
Göztepe-Fenerbahçe maçında, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a yapılan saldırı ülkenin bir numaralı gündemi haline geldi.
Genelde ise, her zaman olduğu gibi, söz konusu olayda da Fenerbahçe haklı, Göztepe haksız yorumları hakim.
“Haydi Koç’um deyip” Ali Koç’u körü körüne koruyup kollayan goygoycular çoğunlukta, Göztepe kulübünü ve tribünleri savunanlar ise azınlıkta..
★★★
Hele hele..
“Ali Koç’un ne işi vardı sahada” diye soranlara, koro halinde cevap veriliyor, “Fenerbahçe Başkanı sahaya istediği gibi girer, kimse karışamaz” deniliyor. Hayır efendim, işin aslı hiç de öyle değil.
★★★
Hiç kimse canı istediği gibi sahanın içine giremez, çarşıda gezintiye çıkar gibi korumalarıyla birlikte etrafı iterek yürüyüş yapamaz, tribün tribün dolaşamaz.
Tarım arazilerinin verimli ve etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak doğru mudur?
Tabii ki doğrudur.
Yerel tarım ürünlerinin çeşitliliğini korumak doğru mudur?
Elbette doğrudur.
Çiftçilerin ekonomik refahını yükseltmek doğru mudur?
Hem de çok doğrudur.
Tarım uygulamalarının teşvik edilmesi doğru mudur?
En doğru işlerden biridir.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, başlıktaki bu soruyu siyaseten soruyor olabilir, ama ben tamamen siyaset dışında, sadece bir İzmirli olarak soruyorum.
İstanbul’a olimpiyatları getirebilmek için Paris’te yapılan “İstanbul Evi” organizasyonunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu var, (ki onun katılımı son derece doğal), CHP Genel Başkanı Özgür Özel var, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş var, ama İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay yok!..
★★★
Bu davetin şartları nelerdir ki, Ankara Büyükşehir Belediyesi davet edilebiliyor, fakat İzmir Büyükşehir Belediyesi çağırılmıyor?
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin özelliğii nedir ki, Paris’e götürülüyor ama İzmir listeye alınmıyor?
Eğer Paris’te sadece İstanbul’un tanıtımı yapıldıysa, o zaman Ankara’nın orada ne işi var?
İkinci büyük Ankara varsa, üçüncü büyük İzmir niye yok?
★★★
İzmir 100 yıl önce de ticaret ve liman kentiydi, dolayısıyla frengi sık görülen hastalıklardan biriydi.
Hastalığın önlenmesi amacıyla, 1906 yılında şehirde Emraz-ı Zühreviye (Zührevi Hastalıkları) Hastanesi yapılmasına başlandı, 1908’de hizmete açıldı.
Büyük emeği nedeniyle, 1913’te hastaneye Eşref Paşa’nın adı verildi.
1950’de İl Özel İdaresi hastaneyi İzmir Belediyesi’ne devretti, o günden beri de hastane belediye tarafından yönetiliyor.
Bu zaman diliminde hastane pek çok olay yaşadı. Mesela, iki üniversite için tıp fakültesi olarak da ek görev yaptı.
1956’da açılan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji ve Üroloji Bölümleri, 1972’ye kadar burada çalıştı.
Dokuz Eylül Üniversitesi’ne devrolmadan önce Ege Üniversitesi’nin ikinci Tıp Fakültesi olan İzmir Tıp Fakültesi de, 1979–1982 yılları arasında tüm klinikleriyle Eşrefpaşa Hastanesi’nde sağlık ve eğitim hizmeti verdi.
İzmir’in bu özel kurumu, 2005’ten itibaren Başkan Aziz Kocaoğlu dön