Olimpiyat oyunları küreselleşmeye ayak uydurdu Bu fikri benimseyen zengin bir mimar olan Averofun bir milyon drahmilik bağışı sayesinde ilk kez 1896 yılında Atinada gerçekleştirilen modern olimpiyatların düzenli olarak her dört yılda bir tekrarlanmasını önleyen şey ise ne yazık ki savaşlar olmuş. 1916da Berlinde yapılması gereken oyunlar 1. Dünya Savaşı nedeniyle iptal edilirken 1940da Tokyoda yapılması gereken oyunlar da 2. Dünya Savaşı nedeniyle yapılamamış.Şimdi gene bir olimpiyat arefesindeyiz ne yazık ki ve bir kez daha savaş söyleminin gölgesinde bir olimpiyat izleyeceğiz. 11 Eylül sonrasında "Savaşta olduğuna" inandırılmış olan Amerikan halkına yaranabilmek için asker selamı çakıp diğer adaydan daha iyi bir "başkomutan" olacağını kanıtlama yarışına giren Başkan Bush ve rakibi John Kerrynin içimizi kararttığı bir ortamda yapılacak Atina 2004 Olimpiyatı. Kimi tarihçilere göre, ilk kez millattan önce 776 yılında, Yunanistanın güneybatı ucundaki Olimpiyada yapılan ve Olimpiyat Oyunları diye anılan sportif yarışmaları başlatanların amacı, gençleri barış ortamında yarışmaya özendirmek ve böylece savaşları önleme yolunda bir adım atmakmış. Olimpiyat fikrini canlandırıp modern olimpiyatların gerçekleştirilmesine öncülük eden Baron de Coubertin de benzer bir amaçla yola çıkmış, bu oyunların insanlığı, sınıf ve statü farklarının geçerli olmadığı, dostane bir yarışma ortamında buluşturacağını ve barış ortamını geliştireceğini düşünerek modern olimpiyat fikrini ortaya atmış. Olimpiyat oyunları savaşları önleyememiş ama dünyanın dört bir yanından gelen sporcuları buluşturma ve yarıştırma işlevini büyük ölçüde gerçekleştirmiş, oyunlara katılan ülke ve sporcu sayısı sürekli olarak artmış. Özellikle 1950lerden sonra ortaya çıkan yeni bağımsız devlet sayısındaki hızlı artış ve küreselleşmenin etkileri bu alana da yansımış.Yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi, oyunlara katılan ülke sayısı 1948 Londra Oyunlarında 50yi, 1968 Mexiko City Oyunlarında 100ü geçmiş. 1896da Atinada yapılan ilk modern olimpiyatlarda 14 olan ve 1904de ABDnin Saint Louis kentinde yapılan oyunlarda 13e düşen ülke sayısının bu yıl Atinada ilk kez 200ü geçmesi ve 202 olması bekleniyor.Bu sürecin ilk aşamasında, 2. Dünya Savaşı sonrasında sömürgelerin tasfiyesi ve eski sömürgelerin bağımsız devletler haline gelmesi rol oynadı. 1980 sonrasında yaşanan ikinci aşamada ise Sovyet İmparatorluğunun çökmesi ve birçok yeni devletin ortaya çıkması belirleyici oldu. Bu arada ulaşım ve iletişim olanaklarının gelişimi de bu süreci hızlandırdı. Küresel açılım Oyunlarda madalya kazanma başarısını gösteren ülke sayısının ise 1990lardan itibaren yeni bir sıçrama yaptığını ve 40lardan 80lere sıçradığını görüyoruz.Kadınların toplum hayatına girip sportif etkinliklere ve dolayısıyla olimpiyatlara katılma süreci ise son 20 yılda yeni bir ivme kazanmış. 1896daki ilk modern olimpiyatlara hiç kadın sporcu katılmamış ve 1900 Paris Oyunlarında da 1206 erkeğe karşılık yalnızca 19 kadın sporcu yarışabilmiş. Oyunlara katılan kadın sporcuların oranı uzun süre % 10 dolayında kaldıktan sonra ilk kez 1970lerde % 20lere yükselebilmiş. Kadın sporcuların oranının % 40a yaklaşması ise ancak 2000lere girilirken mümkün olabilmiş.Bu rakamlar, kadınların toplumsal yaşama ve sportif etkinliklere katılmasının ne kadar yeni bir olay olduğunu ortaya koyuyor. Olimpiyat oyunlarıyla ilgili veriler, dünyada yaşanmakta olan siyasal ve toplumsal dönüşümlerin bir yansıması aslında. Erkek - kadın eşitliğinin ve barışın sağlandığı bir dünyada daha güzel olimpiyatlar yaşamak umuduyla merhaba diyelim Atina 2004e. Kadınların yükselişi Başbakan Erdoğanın çoğu kimsenin beklemediği bir anda, beklenmeyen netlikte bir açıklama yaparak IMF ile 2005 ve sonrasını kapsayacak yeni bir stand - by anlaşması yapmaya karar verdiklerini bildirmesi, AKP liderinin pragmatik ve gerçekçi yaklaşımının yeni bir örneği. Kendi değerlendirmesine göre o günkü koşullar nasıl davranmasını gerektiriyorsa öyle davranıyor Erdoğan ve bütün diğer kriterler ikinci plana düşüyor o noktada. Ayrıca deneyimlerden ders çıkartmaya ve yapılmış hataları tekrarlamamaya da özen gösteriyor Sayın Başbakan.Başbakanın IMF ile ilişkiler konusundaki açıklamasını dinlerken yazının başlığındaki soru geldi aklıma. Bu soruyu birkaç soru haline getirip sormak gerekiyor aslında: TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri), 28 Şubat sürecinde sergilediği tavrı sergilemeseydi, Erbakan geleneğinden gelen siyasi hareket içinde yetişen Tayyip Erdoğan, yeni bir değerlendirme yapmaya zorlanacak ve AKPnin bugünkü çizgisini oluşturup iktidara taşıyabilecek miydi?AB (Avrupa Birliği) üyeliği hedefi olmasaydı ve AKP lideri Erdoğan, 2002 Kasımında, daha seçim zaferinin ilan edildiği saatlerde bu hedefe bağlılığını ifade etmeseydi, Türkiye demokratikleşme ve sivilleşme yolunda attığı adımları atabilecek miydi?IMF desteğinde sürdürülen programlar olmasaydı, Türkiye ekonomisi 2001 krizini atlatıp bugün geldiği noktaya gelebilecek miydi? Bütünüyle ilginç bir süreç yaşıyoruz galiba. oulagay@milliyet.com.tr TSK, AB, IMF ve AKP... ya böyle olmasaydı?