Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


BİNLERCE YIL ÖNCE, güneş tanrılarının kışın uykuya dalıp dünyayı yeterince ısıtamadığına inanan insanlar, tanrıları harekete geçirmek için yılsonu - yılbaşı şenlikleri düzenler, kutlamalar yaparmış. Şimdi yine kutlama mevsimindeyiz ama 2004 yılına, terör tehdidinin küresel boyutlar kazandığı ve hareket halindeki savaş tanrısının yılbaşı kutlamalarını gölgelediği bir ortamda giriyoruz. Dünyanın dört bir yanında müthiş bir tedirginlik var. Küresel terörün nerede ve ne zaman, kimi nasıl vuracağı bilinemediği için Asya'dan Amerika'ya, Avrupa'dan Afrika'ya hemen her yerde bu tedirginliği hissetmek mümkün.
BU BÜYÜK TEDİRGİNLİĞİ yaratan ortamın terör dışındaki diğer sorumlusu, 11 Eylül sonrasında küresel teröre karşı savaş ilan eden küresel süpergüç ABD. Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasında benimsediği tavır ve politika, bir yandan küresel terörü besleyen kutuplaşmaya katkıda bulunurken diğer yandan küresel düzenin kurallarını ve kurumlarını da hedef haline getirerek, dünyayı çok boyutlu bir kargaşanın içine doğru çekiyor. Mevcut küresel düzen çatırdarken yerine nasıl bir yeni küresel düzen kurulacağını ise kimse tam olarak bilemiyor.

ABD'NİN HEDEFİ
ABD yönetimi, 11 Eylül eylemini gerçekleştiren grubun terörü küresel boyuta taşıma girişimine birebir karşılık vererek küresel teröre karşı savaş ilan edince, günümüze damgasını vuran çatışmanın tarafları da belli oldu. Bir tarafta Usame bin Ladin ve El Kaide örgütüyle ilişkilendirilen ve "İslamcı" diye nitelenen terör örgütleri ve onları destekleyen devletler; onların karşısında, kendi toplumsal ve ekonomik düzenini "tek geçerli model" olarak dünyaya empoze etmek isteyen ABD ve ortakları vardı. Her iki taraf da Ortadoğu'daki ve dünyadaki kurulu düzeni ya da statükoyu yıkmayı hedefliyor ve kendi payına bundan bir yarar elde edeceğini umuyordu.
Bu iki taraftan ABD'nin hedefini tanımlamak daha kolaydı. Öncelikle kendi ulusal güvenliğini sağlamak için küresel teröre karşı savaş ilan ettiğini açıklayan ABD'nin asıl hedefi, mevcut küresel düzeni yıkıp yerine kendi hâkimiyetinin açıkça tescil edildiği bir küresel düzenin kurulmasını sağlamaktı.
Bu yeni küresel düzende Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşların rolü ve etkisi de sınırlanacak, rakipsiz süpergüç ABD'nin talepleri belirleyici olacaktı. Bu yeni küresel düzende güvenliğin sağlanmasını ve korunmasını da rakipsiz askeri gücüyle ABD denetleyecekti.
Bu arada teröre destek sağlayan ülkeleri ve Saddam Hüseyin gibi ABD'nin bölgeye empoze etmek istediği modele karşı engel oluşturanları yola getirmek için göze alınması gereken savaşların yönlendirici gücü de mutlaka ABD olacaktı. ABD yönetimine akıl hocalığı yapan ve kısaca "Neo - Con" diye anılan "Yeni Muhafazakârlar" grubunun bu büyük dönüşüm projesi tamamlandığında, terörden arındırılmış bir dünyada ABD'nin ve modelinin tartışmasız hâkimiyeti sağlanmış olacaktı.

ÇOK BOYUTLU ÇIKMAZ
ABD'yi başdüşman ilan ederek terörü küresel boyuta taşıyan El Kaide gibi grupların ise ABD'nin "büyük dönüşüm projesi"nin karşısına koyacak kapsamlı bir projeye sahip olduğunu söylemek mümkün değil. Onların öncelikli hedefi Ortadoğu'da statükoyu bozarak büyük bir kargaşa yaratmak ve bu kargaşadan kazançlı çıkmak. ABD'nin moralini bozacak ve onu bu kargaşanın içine çekecek eylemler bu nedenle önem taşıyor. ABD'nin (ve koalisyon ortaklarının) işgalci güç olarak Irak'a girmesi, tüm olanaklarını mümkün mertebe yıkıcı eylemler gerçekleştirmek için kullanan bu grupların işine yaradı. Irak'ta gerçekleştirilecek başarılı bir direniş, ABD'nin kendi büyük projesini uygulamada ne tür zorluklarla karşılaşacağının bir göstergesi olarak önem taşıyor.
ABD'nin Irak'ta yaşamakta olduğu güçlükler ve Irak'ı yeniden yapılandırmanın muazzam maliyetinin giderek daha iyi anlaşılan boyutları, ABD'nin "büyük dönüşüm projesi"ni uygulamanın ne kadar zor olduğunu ortaya koyarken madalyonun diğer yüzünde de terörü ve ABD karşıtı ayaklanmayı gerçekleştiren grupların çıkmazı var. Bölgedeki statükoyu yıkma konusunda ABD ile adeta işbirliği yapan bu grupların arzuladıkları kargaşayı yarattıktan sonra bölgede bir hâkimiyet kurmaları ve düzen sağlamaları olanaksız görünüyor. Irak'taki Şiiler ve Kürtler gibi, hemen her Ortadoğu ülkesinde bu kargaşa ortamını kendi lehine değerlendirmek isteyen gruplar var. Amerika'nın bölgedeki varlığı bu gruplar arasındaki çatışmayı şimdilik engelliyor ama bundan sonra olacakları kestirmek zor. Öte yandan Afganistan ve Pakistan'dan gelen haberler de bu ülkelerde de her an yeni sorunların doğabileceğinin sinyallerini veriyor.

ABD'de yayımlanan Time dergisinin "Amerikan askeri"ni yılın adamı seçtiğini duyunca ister istemez "21.yüzyılın ilk büyük şakası" mı acaba diye düşünmeden edemedim. Evet, Time dergisine göre ve herhalde pek çok Amerikalıya göre, dünyayı Usame bin Ladin ve Saddam Hüseyin gibi fena adamlardan ve şer güçlerinden kurtarma görevi bir kez daha kahraman Amerikan askerinin omuzlarına binmişti. Dünyanın "en gelişmiş donanıma sahip en iyi askeri" olan Amerikan askeri de sonuçta bölgeye ve dünyaya "barış getirmek" ve terörün kökünü kazımak için bu görevi üstlenmişti. Bu ağır görevi yerini getirdiği için de "yılın adamı" seçilmişti.
1990'larda beslenen umutları, 2000'lere girilirken özellikle Amerika'dan estirilen iyimserlik rüzgârlarını hatırlıyorum. Megatrends 2000 gibi kitaplar yayımlanıyor, savaşların geride kaldığı bir dünyada sanatın ve teknolojinin yeni kahramanlar yaratacağı, küreselleşmenin tüm insanlığa yeni ufuklar açacağı müjdeleniyordu. Savunma harcamalarının azaltılmasıyla elde edilecek "barış temettüsü" açlığın, yoksulluğun, salgın hastalıkların yok edilmesi için kullanılacaktı. Ne yazık ki bunların çoğu olmadı ve savunma harcamalarını rekora çıkartan ABD'nin askeri gücüyle haraca kestiği bir dünyada "Amerikan askeri" yılın adamı seçildi.