AK Parti "muhafazakâr - demokrat" olarak tanımladığı kimliğini uluslararası bir platformda tartıştırmak ve netleştirmek amacıyla bir sempozyum düzenliyor. Bu hafta sonunda (10 - 11 Ocak günlerinde) İstanbul'daki Cevahir Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek olan sempozyumda, Amerika ve İngiltere'den davet edilen konunun uzmanı akademisyenlerin de katkısıyla, "muhafazakârlık" ve "demokrasi" kavramlarının toplumla, siyasetle, ekonomiyle, laiklikle etkileşimi tartışılacak. AK Parti'nin kendi konumunu ve dünyaya bakışını netleştirme açısından önem taşıyan bu sempozyumun kapanış konuşmasını yapacak olan AK Parti Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, gazetelerin önde gelen köşe yazarlarını davet ederek sempozyumun amaçlarını anlatmak ve onların görüşlerini almak istemiş. Önceki gün gerçekleşen bu toplantıya katılan Meral Tamer'den öğrendiğime göre, 50 dolayında köşe yazarı davet edilmiş bu toplantıya, bunlardan 30'u katılacağını bildirmiş ama sonuçta sadece 6 - 7 kişi katılmış. Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in 1995'te yazdığı bir bildiriye yoğun ilgi gösteren köşe yazarlarımız, her nedense, AK Parti'nin güncel konumunu belirleme açısından önem taşıyan bu toplantıya hiç ilgi göstermemiş.
AKP geçici mi?
Bu toplantıya katılmayan köşe yazarlarının kendilerine göre farklı nedenleri olabilir kuşkusuz ama şu soruyu sormadan da edemiyorum doğrusu: Acaba diyorum bu ilgisizlik de, AK Parti'ye karşı sergilenen garip tavrın bir uzantısı mı? AK Parti'nin 3 Kasım 2002'de yapılan seçimi ezici bir farkla kazanıp tek başına iktidara gelmesinden bu yana bu olayın anlamını ve önemini kavrama çabası gösterenler azınlıkta kaldı. AK Parti'yi destekleyenler dışında, olayı hafife alma ve geçici bir durum gibi algılama eğilimi ağır bastı. Sanki bir gün beklenmedik bir olay (ya da olaylar dizisi) yaşanacak ve AK Parti iktidarı da tarihe karışacak. Kimilerinin umudu, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi büyük harfle yazılacak yeni bir tarihe endekslenmiş durumda. Olaya böyle bakınca da AK Parti'yi daha yakından tanımak, ne yapmak istediğini anlamak, onu doğru yerine oturtmak için çaba harcamaya gerek kalmıyor doğal olarak. "Canım ne olacak, bunlar da Selamet - Refah Partisi çizgisinin bir devamı" deyip işin içinden çıkmak ve AK Parti'nin sonunun da onlar gibi olacağını düşünmek çok daha kolay geliyor birçok kimseye.
Bu tavrın yansımalarını AK Parti'nin iktidardaki icraatının değerlendirilmesinde de görüyoruz. AK Parti'nin iktidardaki ilk yılının, özellikle ekonomik alanda fevkalâde denebilecek biçimde sonuçlanması karşısında şaşkınlık ve kuşku duyanlar çoğunlukta. Olaya daha önyargısız yaklaşanlar "nasıl oldu bu, nasıl başardılar" diye sorarken AK Parti'nin başarılı olabileceğini kabul etmek istemeyenler "bu işin içinde bir iş var" deyip çeşitli senaryolar üretiyorlar. Ortaya çıkan olumlu rakamların düzmece olduğunu ileri sürenler bile var. Aslında ekonomide ortaya çıkan olumlu tabloya bakıp "tamam bu iş oldu, köşeyi döndük, artık önümüz açık" demek için çok erken. 2003 yılında birbirini besleyen olumlu gelişmelerin yaşandığı ve 2001 krizinden çıkış sürecinin olumlu etkilerinin rakamlara yansıdığı da bir gerçek ama ne olursa olsun hükümete de hak ettiği primi vermek lazım.
Kimlik arayışı
Bugüne kadarki icraatıyla Erbakan çizgisini reddettiğini ortaya koyan AK Parti'nin, şimdi kendi konumunu daha açıklıkla belirlemek ve kimliğini tanımlamak için girişimde bulunması da dikkatle izlenmesi gereken bir çaba. AK Parti'nin ezici çoğunlukla iktidara gelmesinin sorumluluğunu taşıyan siyaset erbabının ve kendini "rejimin doğal sahibi" sayarak AK Parti olayını hafife alanların da AK Parti olgusunu daha yakından izlemelerinde yarar var.