11 Eylül sonrasında duygularına teslim olan Amerika'da şimdi farklı bir şeyler oluyor galiba. Aklın yeniden duyguların önüne geçtiği ortamda Amerikalılar, Bush yönetiminin kendilerini nasıl kandırdığını ve hemen her alanda nasıl başarısız olduğunu giderek daha iyi anlıyor. Benim okuduklarımın yanı sıra, Amerika'ya sık gidenlerden duyduklarım da bu izlenimi doğruluyor. George W.Bush'u başkanlık koltuğuna oturtan takımın, kasımdaki başkanlık seçimine kadar neler yapacağını kestirmek zor ama Bush'un bu seçimde bir hayli zorlanacağı anlaşılıyor.
Demokrat Parti, başkan adayı olması beklenen John Kerry'nin etrafında kenetlenerek Bush'u yenme hedefine kilitlenirken Cumhuriyetçi kökenden gelenler arasında da giderek güçlenen bir muhalefet var Bush'a karşı. Bush ailesinin üç kuşak boyunca nasıl iktidar oyununun içinde kaldığını ve adeta bir hanedan oluşturduğunu çarpıcı örneklerle ortaya koyan Amerikan Hanedanı (American Dynasty) kitabının yazarı, usta gazeteci ve yazar Kevin Phillips de geçmişte Cumhuriyetçi Parti'ye yakın olmuş biri. Generallikten gelip ABD Başkanı olan Eisenhower'ın "Amerikan demokrasisine en büyük tehdidin askeri-endüstriyel kompleksten gelebileceğini" söylediğini hatırlatan Phillips, Bush yönetiminin bu tehdidi nasıl somutlaştırdığını anlatıyor. Phillips'e göre yozlaşmış kapitalizmin simgesi haline gelen Enron şirketi de Bush ailesinin savunduğu anlayışın bir ürünü.
Türkiye'yi de içeren ve "Yükselen Pazarlar" (YP) diye nitelenen ülkeler grubu için altın bir yıl oldu 2003. Geçen yıl bu ülkelere net özel sermaye girişi, 2002 yılına göre % 50 artarak 187 milyar doları buldu. Söz konusu ülkelerin ortalama büyüme hızları 2002'de % 3.6 iken 2003'te % 4.6'ya yükseldi. YP ülkelerinin hisse senedi borsalarında ortalama değer artışı % 55 oldu. Bu ortamda, Türkiye ve Brezilya gibi ağır borç yükü altındaki YP ülkelerinin risk profili de fazla dikkate alınmadı ve bu ülkelerin tahvilleri uluslararası piyasalarda hatırı sayılır oranda prim yaptı, bu ülkeler alışmadıkları kadar düşük faizlerle borçlanabildiler. Kendi krizini atlatma çabasındaki Türkiye de 2003 yılındaki bu fırsattan yararlandı ve eurobond piyasasındaki Türk tahvilleri yoğun ilgi gördü. Geçen yıl bizi rahatlatan gelişmelerden biri de bu oldu.
2004'TE HAVA DEĞİŞTİ
2004 yılına da bu olumlu havanın süreceğini umarak girdik. Ancak 2004 yılının gelmesiyle birlikte yakın geçmişi hatırlayan ekonomistlerin uyarı sinyalleri de duyulmaya başlandı. Onlara göre 2003 yılının kendine özgü koşullarında YP ülkelerine yönelen sermaye akışı, bu ülkelerin uluslararası piyasadaki tahvillerinde ve hisse senedi borsalarında bir balon yaratmıştı. Bu koşullar değiştiğinde YP balonunun patlaması kaçınılmaz olacaktı. 2003'te, piyasalardaki muazzam likidite bolluğu nedeniyle G - 7 ülkelerindeki faizlerin düşük kalması daha yüksek getirili YP kağıtlarına yönelik talebi büyük ölçüde artırmıştı. Artan talep YP tahvillerinin fiyatlarını yukarı çekerken faizlerini aşağı itmiş ve YP faizleriyle zengin ülkelerin faizleri arasındaki fark azalmaya başlamıştı. ABD faizlerinin yükselmeye başladığı noktada bu fark daha da azalacak ve riski çok daha yüksek olan YP tahvillerinin boşaltılması gündeme gelebilecekti. Bu durumda YP ülkelerine yönelik özel sermaye akışında ciddi bir gerileme olacak ve özellikle borçluluk oranları yüksek YP ülkeleri yeni krizlerin eşiğine gelebilecekti.
Ben bu konudaki ilk uyarı sinyallerini Davos'ta katıldığım bir oturumda aldım ve oradan gönderdiğim bir yazıda (Milliyet, 24 Ocak 2004) yansıtmaya çalıştım. Kemal Derviş'in de katıldığı o oturumda, YP ülkelerine yönelik tavrın değişmesi halinde özellikle Türkiye gibi borçluluk oranları yüksek olan YP ülkelerinin zor durumda kalabileceği belirtildi. Altı ay öncesine kadar IMF'nin başekonomisti olan Kenneth Rogoff, önümüzdeki iki - üç yıl içinde en az iki - üç YP ülkesinde yeni krizler yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu vurguladı ve bu olasılığı önlemek için YP ülkelerinin borçları konusunda yeni düzenlemelere gerek olduğunu belirtti. Ancak Nobel ödüllü ünlü ekonomist Joseph Stiglitz'in de katıldığı o oturumda bu düzenlemeler konusunda somut bir öneri ise geliştirilemedi.
UYARILAR SIKLAŞIYOR
Son haftalarda ise bu tür uyarılar sıklaştı. Kenneth Rogoff, 16 Şubat tarihli Newsweek dergisinde yayımlanan yazısında YP ülkeleri için kriz uyarısını tekrarladı. Benzer bir uyarı da YP ülkelerine yönelik sermaye hareketlerini yakından izleyen IIF (Uluslararası Finans Enstitüsü) Başkanı, bankacı Josef Ackermann'dan geldi. ABD faiz oranlarındaki bir yükselişin pembe tabloyu karartabileceğini belirten Ackermann, YP ülkelerinin borçlarının yeniden yapılandırılması için uluslararası finans sisteminde yeni düzenlemelere gerek olduğunu vurguladı. (F. Times, 17 Şubat 2004). Citibank Grubu'nun YP ülkeleri konusunda deneyimli başkan yardımcısı William Rhodes da "bugünkü durumun 1997'deki Asya krizi öncesindeki durumu hatırlattığını" söyledi. (I.Herald Tribune, 17 Şubat 2004).
Uyarıların sıklaşması pek hayra alamet değil. Türkiye'yi de derinden etkileyebilecek olan bu alandaki gelişmeleri yakından izlememiz gerekiyor.
Sabıkalı ülkeler
ABD faizlerinin yükselmeye başladığı noktada gözler yüksek borçluluk oranlarına ve kötü bir borç ödeme karnesine sahip olan ülkelere çevrilecek. Yeni yayımlanan bir makalede yer alan verilere göre Türkiye 1901-2002 yılları arasında 6 kez "borcunu ödemeyen ülke" durumuna düşmüş ve en fazla bu duruma düşen ülkelerden biri olmuş. Ayrıca Türkiye'nin kamu borcu / GSYİH oranı da bu kabul edilebilir düzeyin çok üzerinde. Bu nedenle gözler Türkiye'ye çevrilebilir.