Eksik ve hayalı analizler ekonomiyi yeni çıkmazlara sürükleyebilir
Okulların tatile girdiği, pek çok kişinin kendine göre tatili düşünmeye başladığı, ekonomide ise heyecan verici "iyi haber" özleminin iyice arttığı bir ortamda, analiz yapmayı zaten pek sevmeyen bir millete kuru bir analiz yazısı okutmanın zorluğu ortada. Ne var ki biz de bir kez zoru başarmaya, aklımız sıra analiz yapmaya adamışız kendimizi, havanın bugün kapalı olmasından da cesaret alarak girişiyoruz işe.
Sabır ve tutarlılık isteyen bir iş olan analizi sevmediğimiz için çoğu kez eksik analizler yapıp buradan büyük sonuçlara sıçrayabiliyoruz. Analizimizi etkileyecek diğer faktörleri de hesaba katsak vardığımız sonucun hiç de doğru olmadığını hemen farkedeceğiz ama bunu yapmamayı yeğliyoruz.
"Ekonomi canlandırılsın"
Şu günlerde bu tür eksik analizlerden çıkan önerilerden biri şu: "enflasyonu tırmandırma riski göze alınarak ekonomi canlandırılsın." İş aleminin önemli bir bölümünün yanısıra ekonomi konusunda fikir belirten, yazı yanlar arasında da bu görüşe destek verenler. Örneğin Mustafa Sönmez dostumuz, 22 haziranda gazetemizin "Entellektüel Bakış" sayfasında bu öneriyi savunurken, "enflasyon tehlikesine rağmen canlanmaya yönelmek gerekir, çünkü toplumsal beklentiler bu yöndedir", diyor.
İşte tam bu noktada eksik analizin güzel bir örneği çıkıyor karşımıza ve hemen şu soruyu sormak gerekiyor: ekonomimiz bugünkü darboğaza "toplumsal beklentiler"e göre yönlendirildiği için girmedi mi? Devleti borç ve faiz çıkmazına sokan şey her toplumsal kesime bir şeyler verme anlayışı değil mi? Bütçe açıklarının bu yıl patlaması seçim ekonomisiyle ilgili değil mi
Bu soruyu hemen şu soruların izlemesi gerekiyor: parasal ve mali disipline boşverip ekonomiyi canlandırma çabasına girildiğinde zaten çok ciddi alarm vermekte olan (GSMH'nın % 10'unu hayli aşacağı anlaşılan) kamu borçlanma gereği kriz yaratacak noktaya gelmez mi? Şimdilik dengede görünen dış açık hızla büyümez mi? Bu durum dövize kaçışı ve devalüasyon depremini gündeme getirmez mi?
Çözüm mü, yıkım mı?
Revize edilen bütçe rakamları ve önceki gün açıklanan nisan ayı dış ticaret verileri bu tehlikelerin hiç de hafife alınacak nitelikte olmadığını ortaya koyuyor. Grafikte de görüldüğü gibi, ekonomideki küçük bir canlanma belirtisi bile ithalatı derhal artırıyor, buna karşılık ihracatımızın ufku hiç de parlak görünmüyor. Ekonominin canlandırılması halinde dış ticaret açığının büyümesi ve büyüyen iç açığa bir de büyüyen dış açığın eklenmesi olası.
Sonuçta dövize kaçışı ve kur depremini gündeme getirecek bir krizin öncelikle hangi kesimleri vurduğunu, reel ücret ve maaşların nasıl darbe yediğini 1994'de yaşadığımız deneyim gösterdi. Bugünün koşullarında da sonuç pek farklı olmaz. Parasal ve mali disipline boşvererek ekonomiyi canlandırma girişimi sıkıntıdaki firmalara belki çok geçici bir rahatlama sağlayabilir ama sonuçta yaratacağı kriz en büyük darbeyi bir kez daha ücretli - maaşlı kesime indirir. Ekonomiyi canlandırmak için yapılan zorlamanın sonuçta emekçi kesime yarar sağlayacağı sonucuna ancak eksik analizle varılabilir gibi geliyor bana.
Yapısal reform ve canlanma
Eksik analizin bir başka örneği de ünlü "yapısal reformlar" konusunda sergileniyor. Bugün gelinen noktada Türkiye ekonomisinin içine düştüğü darboğazı aşması için yıllardır savsaklanan yapısal reformların artık gerçekleştirilmesi zorunlu. Uluslararası Para Fonu(IMF)nin Türkiye'ye yeşil ışık yakması ve dış kaynak bulma olanaklarının artması da büyük ölçüde bu reformların Meclis'ten çıkmasına bağlı. Dış kaynak girişinin hızlanması halinde bunun ekonominin canlanması için en önemli faktör olacağı da genelde kabul görüyor. Başka bir ifadeyle ekonominin kriz riskine girmeden canlanabilmesi için yapısal reformların yapılması ve IMF ile mutabakat sağlanması önemli.
Eğer bu analizimiz doğruysa, o zaman ekonominin canlanmasını isteyen ama krize girilmesini istemeyenlerin yapısal reformları desteklemesi gerekir. Ne yazık ki eksik analiz ya da önyargı tutsaklığı burada da devreye giriyor ve "ekonomi canlandırılsın", diyenlerin bazıları yapısal reformlara da karşı çıkıyor.
Yapısal reform neyi kurtarır?
IMF ve Dünya Bankası'nın üzerinde durduğu reformların yapılması zorunlu ama bu reformların gerçekleşmesi halinde bunun neye yarayacağını da doğru analiz etmek gerekiyor. Yukarda da belirtildiği gibi bu reformların yapılması, hükümetin mali disipline ve akılcı ekonomi yönetimine yöneldiğinin işareti sayılacağı için, uluslararası kuruluşlar ve finans piyasaları tarafından olumlu bir sinyal olarak algılanacak ve belli bir süre içinde Türkiye'ye dış kaynak girişini olumlu etkileyecektir. Bunun da ekonomi üzerinde olumlu bir etkisi olacaktır.
Analizin buraya kadar olan bölümü hiç birimize yabancı değil. Ancak analizi tamamlamak için bir noktayı daha vurgulamak gerekiyor. Peşinen bilmeliyiz ki söz konusu reformların yapılması, ekonomideki sıkıntıların derhal aşılmasını ve ekonominin bir anda canlanmasını sağlamayacaktır. Özel sektörün ve piyasaların böyle bir beklentiye girmesi sonuçta bir düş kırıklığı yaratacak ve "reformlar da işe yaramadı" izlenimi doğabilecektir.
Bu analiz bizi şu sonuca götürüyor: ekonominin önünün açılması için yapısal reformlara öncelik verilmesi doğru bir tercihtir ancak reformlar yapılsa bile ekonomideki moral bozukluğu bir anda aşılamayabilir.