Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye ekonomisinin ciddi bir kriz yaşamakta olduğu 18 nisan seçimlerinden sonra "keşfedildi". Ekonominin durumu birdenbire mi bozuldu? Kriz ansızın mı ortaya çıktı? Yoksa "jeton" mu geç düştü, günlük ayrıntıların ve "hayallerin dünyası"nda yaşayanların "sonuçların dünyası"nda gelinen noktayı ve bu arada ekonominin durumunu kavramaları için krizin ayyuka çıkması mı gerekti?
Sonuçların(ve nedenlerin) dünyasında dolaşabilenler için bu kriz hiç de şaşırtıcı değil aslında. Değerli araştırmacı Tarhan Erdem, 10 haziran tarihli Radikal'de yer alan yazısında olayı çok güzel özetlemiş. Şöyle diyor Tarhan Bey:
"Ekonominin dengeleri yıllar önce, bana göre on yıl kadar önce bozuldu. Siyaset adamları halkın kabul etmeyeceği kanısıyla önlerine konan doğru tedbirleri uygulamaktan çekindiler, uzmanlarına durumu geçiştirecek yol sordular. Onlar da devalüasyonu enflasyonun altında tutma politikasına ilaveten yüksek faizle halktan borç alınması yolunu gösterdiler. Borçlar çoğaltıldı, yabancı paranın değeri bastırıldı, çözüm ertelendi, sorun örtüldü. Mevsimler kazanılmış görününce, tehlikelerden bahsedenlere, 'Siz böyle söylüyorsunuz, ama bakın piyasaya hiç de fena değil, iyi gidiyor!', dendi. On yıldır, 'aman kötüye gidiyor' telaşına , 'hep böyle söylersiniz , hiçbir şey olmuyor!', umursamazlığıyla karşı çıkıldı..."

1991'in mirası

Tarhan Beyin saptaması doğru, ekonominin dengelerini bozan ve yapısal reformları erteleyen anlayışın en az on yılık bir geçmişi var. 1988'de konvertibiliteye geçiş kararıyla "sıcak para" kaynağını devreye sokan ANAP buna karşın 1989 yerel seçimlerinde beklemediği bir yenilgi alınca rahmetli Özal popülizme yöneldi, ekonominin rekabet gücünü düşüren ve dengelerini bozan adımlar atıldı. Özal'ın yerine ANAP'ın başına geçen Mesut Yılmaz'ı 1991 sohbaharında erken seçim kararı almaya iten başlıca neden de buydu. Bugün Türkiye'nin reform gündemini oluşturan sorunların hemen hepsi 1991 seçimlerine gidilirken saptanmıştı ve başta DYP olmak üzere(Çiller'in UDİDEM programı) tüm partiler bu sorunları nasıl aşacaklarını seçim bildirgelerinde açıklamışlardı.
Sonra ne oldu? Seçim sonrasında "hayallerin dünyası"nda dolaşan sol çevrelerin cansiperane desteğiyle kurulan Demirel başkanlığındaki DYP - SHP hükümeti gerekli reformları yapacağına durumu idare etmeyi tercih etti; emeklilik yaşı düşürülerek sosyal güvenlik sisteminin çıkmazı daha da ağırlaştırıldı ve Türkiye ekonomisi değerli kur - yüksek faiz - sıcak para üçgeni içinde yüksek enflasyonla da beslenerek gelişimini sürdürdü. Aslında büyümeyi caydırıcı olması gereken reel faizlerin bu etkisi sınırlı kalırken ekonomimiz, dışardan bakanları şaşırtan bir şekilde büyümeye devam etti. Bu büyümeyi küçülmeye dönüştürmek için 1994 yılında Sayın Çiller'in mahareti, 1998'de de Rusya krizi gerekti.

Sorun rekabet gücü

Türkiye'nin ekonomisini dışa açması gerektiğini daha 1970'lerin başında düşünenler vardı(Özal gibi) ancak gerekli adımların atılması için 1979 - 80 krizinin yaşanması gerekti. Bana öyle geliyor ki şimdi yaşanmakta olan kriz de aslında on yıldan beri gündemde olan yapısal sorunların sonucu. Çoğu kamu kesimiyle ilgili olan bu sorunları aşamadığımız için asıl önemli olan sorunları gündeme bile alamadık, teknolojiyi ve verimliliği öne çıkartamadık.
Makroekonomik verileri ve reel sektörlerdeki üretkenlik gelişmelerini yakından izleyen değerli ekonomist Prof. Ercan Uygur'un bulguları da bu görüşü destekliyor. Prof. Uygur, Türkiye'nin ihracat kozu olan tekstil - hazırgiyim dahil hemen hiç bir sektörde kayda değer üretkenlik artışları sağlayamadığını, bu nedenle rekabet gücünü geliştiremediğini ve halen yaşanmakta olan tıkanmada bunun da payının bulunduğunu düşünüyor.
Şimdi belki bir kez daha dış kaynak yamasıyla ya da enflasyon pansumanıyla krizden çıkma denemesi yapılacak. Bu çaba sonuç verirse asıl sorun gene gözardı edilebilir diye kaygılanmak mı gerekiyor acaba?

Hakan'ın düğünü, şoförün öfkesi, ABD'nin ilgisi

Perşembe akşamı önce unutulmaz bir konser dinledim. İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı halen dünyanın en gözde piyanistlerinden biri olan Arcadi Volodos'u ayağımıza kadar getirdi, klasik müzik meraklılarına unutamayacakları bir olay yaşattı.
Bu büyüleyici konserin şaşkınlığını atamadan Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde taksi beklerken önümüzde duran arabaya bindik ve Nişantaşı yönünde yol koyulduk. Ben o andaki özel durumu farketmediğim için şoföre İstanbul Hilton'un altından geçen yolu tercih etmesini söyleyince bir anda kendimizi müthiş bir havai fişek bombardımanı içinde bulduk. Hilton'dan atılan havai fişekler ardarda patlıyor, kulakları tırmalayan ve gözleri kamaştıran ses ve ışık seline kullanılan patlayıcıların kokusu karışıyordu. Bu yetmiyormuş gibi Açıkhava Tiyatrosu'nda caz konseri nedeniyle yoldaki trafik de çok yacaş akıyordu.
Bu durumda rahatsızlık duymamak olanaksızdı; bizim şoförün tepkisi ise onun rahatsızlığının boyutlarını ortaya koyuyordu. "Bu yananlar işte bizim paralarımız", diyordu orta yaşın üstündeki şoförümüz, "onlar bizim paralarımızı böyle yakıyor, biz burada böyle sürünüyoruz, kim attırıyorsa bunları Allah onun belasını versin." Şoför hemen her patlayışta tekrarladığı bedduanın muhatabının kim olduğunu ancak gece eve dönüp bu tantananın futbolcu Hakan'ın düğünü nedeniyle yaşandığını öğrenince anlayacaktım.
Öfkeli şoförümüz "paraları yakanın" Hakan olduğunu bilseydi aynı tepkiyi gösterir miydi bilmiyorum ama bu örnek de insanların öfkelerinin burnunda olduğunu gösteriyor. Bu ortamda halktan, işçiden, memurdan, esnaftan "yeni fadakarlıklar" istemek her halde pek kolay olmayacak. Neyin neden yapıldığını insanlara çok iyi anlatmak lazım ama bir yandan politikacıya duyulan güvenin yokolması, diğer yandan havaya savrulan havai fişekleri(kimilerinin yaşantı tarzı) bunu zorlaştırıyor.
Beşinci yılını kutlamaya hazırlanan Arı Grubu'nun düzenlediği uluslararası toplantıda ise bölgenin güvenlik sorunları ve ABD'nin Türkiye'ye ilgisi tartışıldı. Konunun yabancısı olarak edindiğim izlenim şu: ABD, Türkiye'nin bölgesel güç olma heveslerini dikkatle izliyor ve Türkiye'ye bu yolu açmanın(ya da kapamanın) elinde olduğunu Türkiye'ye hissettirmeye çalışıyor. Türkiye - ABR ilişkilerinin geleceğini bu oluşumun koşulları mı belirleyecek acaba?

Dünya ekonomisi yön mü değiştiriyor?

Japonya ve Almanya'da kıpırdama belirtileri gözlenirken ABD'de faizler yükseliş, borsa düşüş eğiliminde.


Geçen hafta açıklanan veriler ve yaşanan gelişmeler dünya ekonomisinde esen rüzgarların yön değiştirebileceği yolundaki beklentileri güçlendirdi ama bu konuda daha iyi fikir sahibi olabilmek için son verilerin ortaya çıkardığı eğilimlerin kalıcı olup olmadığını görmek gerekiyor. Bu gelişmelerin sürmesi halinde ise Asya krizi sonrasında ortaya çıkan tablonun değişmesi gündeme gelebilecek.
Geçen hafta açıklanan veriler ve yaşanan gelişmeler gerçekten bir eğilim değişiminin habercileriyse, Asya'dan sonra Japonya ve Almanya'nın da durgunluktan çıkmaları ve dünya ekonomisinin genel olarak daha yüksek bir büyüme hızına erişmesi beklenebilir. Böyle bir gelişmenin yaşanması halinde ise reel ekonomide fon talebinin artması sonucunda faiz oranlarında bir yükselmenin gündeme gelmesi ve özellikle Wall Street'de bir düşüş yaşanması olası görünüyor. Bu arada doların tahtından ineceği ve Euro'nun dolara karşı değer kazanacağı yolunda tahminler de yapılıyor.

Japonya'da sürpriz

Verileri sürpriz yaratan ülkelerin başında Japonya geliyor. Geçen hafta açıklanan ve çoğu kimseyi şaşırtan veriler, 1997 yılının son çeyreğinden bu yana küçülmekte olan Japon ekonomisinin 1999 yılının ilk çeyreğinde, bir önceki çeyreğe göre % 1.9 büyüdüğünü ortaya koydu. Bir önceki yılın aynı çeyreğine göre büyüme oranı ise % 7.9 gibi çarpıcı bir düzeye tırmandı. Bu haber üzerine Tokyo borsası bir günde 480 puan yükselerek 17,100 puanı geçti.
Japonya'daki bu olumlu gelişmenin 800 milyar doları bulan kamu harcamaları patlamasının sonucu olduğunu ve ekonominin düzlüğe çıktığı anlamına gelmediğini ileri sürenler var. Gerçi bu yılın ilk çeyreğinde Japonya'da özel tüketim harcamaları (% 1.2) ve şirketlerin yatırımları (% 2.5) da artmış görünüyor ama işsizliğin arttığı ve karamsar beklentilerin sürdüğü bir ortamda bu verilerin aldatıcı olabileceğini düşünenler hayli fazla.

Almanya'da umut

Geçen yılın son çeyreğinde beklenmedik bir daralma yaşayan Alman ekonomisinin bu yılın ilk çeyreğinde(bir önceki çeyreğe göre) % 0.4 büyüme gösterdiğinin açıklanması de sürpriz etkisi yaptı. Böylece Almanya, iki çeyrek üstüste daralma yaşayarak "resesyona girme" tehdidini atlatırken özel tüketimin bu yılın ilk çeyreğinde % 1.5 artması ve imalat sanayiinin nisan ayında % 3.3'lük hatırı sayılır üretim sıçraması yaşaması da Almanya ekonomisinin dipten döndüğü yolundaki izlenimi güçlendirdi.
Şu anda yapılmakta olan tahminler Alman ekonomisinin bu yılın bütününde % 1.5 - 1.8 aralığında bir büyüme hızına erişebileceğini, 2000 yılında ise % 2.5'lik bir büyüme hızına erişebileceğini gösteriyor ve yılın ilk çeyreğindeki gelişmelerin de bu tahminleri doğruladığı belirtiliyor ama ilk çeyrekteki gelişmeyi yeterince inandırıcı bulmayanlar da var. Özellikle özel tüketimde ve yatırımlarda gözlenen artışın arızi olduğu ileri sürülüyor.
Avrupa Birliği'nin toplam hasılasının üçte birini tek başına gerçekleştiren Almanya'nın durgunluktan büyümeye geçmesi halinde bunun diğer Avrupa ülkelerini de olumlu etkilemesi bekleniyor. Bu arada ekonomisi duraklama noktasına gelmiş olan İngiltere'nin geçen hafta yeni bir faiz indirimine gitmesi İngiltere'nin de durgunluktan çıkış yoluna girme umudunu artırmış bulunuyor.

Pasifik'ten Wall Steet'e

Asya krizi şokundan sonra toparlanma belirtileri gösteren Asya - Pasifik havzası ekonomilerine ilişkin son tahminler de umut verici görünüyor. Pasifik Ekonomik İşbirliği Konseyi'nin son raporunda 1997'deki şoktan sonra 1998 yılında ancak % 0.9 büyüyebilen 19 bölge ülkesinin 1999'da % 2.6, 2000 yılında da % 2.9 büyüyeceği tahmin ediliyor.
Tüm bu gelişmeler Asya krizi sonrasında ortaya çıkan ve ABD'yi dünya ekonomisinin "rakipsiz şampiyonu" haline getiren tablonun önümüzdeki dönemde değişebileceğini düşündürüyor. ABD'de faizlerin dibe vurmuş görünmesi ve "ayı"ların Wall Street ormanında daha fazla boy göstermeye başlaması de bu beklentiyi destekliyor. Ancak ABD ekonomisinin ve Wall Street'in birkaç yıldır bu yöndeki tahminleri boşa çıkarttığını da unutmamak gerekiyor.

Borsa aşağı, Euro yukarı

Dünya ekonomisinde böyle bir yön değişikliğinin gerçekleşmesi halinde dünya çapında üretimin artması ve bunun reel sektörün fon talebini artırması bekleniyor. Tanınmış analist David Roche, Forbes Global'a yazdığı yazıda, en geç gelecek yıl dünya ekonomisinde sekronize bir büyümenin gündeme geleceğini, bunun da fon talebini ve faiz oranlarını yukarı çekerek hisse senedi borsalarında yaşanan şenliği sona erdireceğini belirtiyor.
Bu senaryonun gerçekleşmesi ve dünya ekonomisinde böyle bir yön değişikliğinin gündeme gelmesi halinde bunun başta ABD doları ve Euro olmak üzere kurları ve temel madde fiyatlarını da etkileyeceği düşünülüyor. Bu çerçevede Euro'nun dolar karşısında bir miktar değer kazanması, temel madde fiyatlarında da bir yükseliş yaşanması bekleniyor.




Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr