Türkiye'nin yeni hükümeti zor koşullarda göreve başlayacak. Yığılmış sorunlar karşısında hükümetin üç parçalı yapısının ne ölçüde sorun yaratacağını bilmiyoruz. Buna karşılık hükümetin sağlam bir parlamento desteğine sahip bulunması ve "yeni" olması ona bazı olanaklar da sağlıyor. Yeni hükümet bu olanakları iyi kullanarak yeni ufuklara yönelebilirse belki de beklenmedik ölçüde başarılı olabilir.
Burada kritik nokta, yeni hükümetin son dönemde kendi iç sorunlarına kilitlenen ve bu yüzden dış imajının nasıl bozulduğunu farkedemeyen Türkiye'yi bu kısır döngüden çıkarmayı başarıp başaramayacağı. Biraz başımızı kaldırıp dünyada olup bitenlere bakarsak bu dünyada başarılı olmak ve kendimize daha iyi bir yer bulmak için neler yapmamız gerektiğini de görebiliriz.
İlk iş olarak ekonomiyi çıkmaza sürükleyen kısır döngüyü kırmak ve yıllardan beri ağızlara sakız olan reformları yapmak zorundayız. Bu reformları yapmadan "halkı yoksulluktan kurtarma"nın hayal olduğunu, "önce ekonomiyi canlandıralım, sonra reformları düşünürüz", anlayışının ekonomideki çıkmazı derinleştireceğini hiç hatırdan çıkarmamamız gerekiyor. Ertelenen reformları hızla gerçekleştirecek bir hükümet ise bir anda önünde yeni ufukların açıldığını görebilir.
İnsan hakları ve demokratikleşme konusunda da geriye dönük bir iç hesaplaşmanın heyecanından kendimizi kurtarabilir ve "biz bildiğimizi okuruz, kimse bize karışamaz", tavrı yerine "dünyanın gözü üzerimizde", tavrını benimseyebilirsek sanırım çok daha olumlu bir noktaya varabiliriz.
Devlet hizmetinde ufalan profesör
Yaklaşık 1.50 cm. boyundaki konuşmacı, kürsünün ardında kaybolmamak için kürsünün yanında konuşacağını söylüyor. Tamamen irticalen (yani hiç bir yazılı metne gerek duymadan) yaptığı konuşmaya kendi durumunu anlatarak başlıyor: "20 yılı aşkın süre devlet hizmetinde çalışmak bakın ne hale getirdi beni; devlette ilk görev aldığımda boyum 1.85'di, sonra böyle ufaldım işte." Sözlerine bu espriyle başlayan adam ilk Clinton kabinesinde çalışma bakanı olarak görev almış olan Robert Reich.
1990'ların başında yayımlanan The Work of Nations ("Ulusların İşi") adlı kitabında küreselleşmenin ve teknolojideki değişimin toplumları sarsan ve eşitsizliği artıran etkilerini vurgulayan Profesör Reich'a yaptığı konuşma sonrasında "şimdi 1990'ların sonunda daha mı iyimsersiniz, yoksa daha karamsar mı?", diye soruyorum. Cevabı ilginç: "Gününe göre değişir", diyor Reich.
Bilgi teknolojisine erişimin ucuzlaması ve yaygınlaşmasının, internetin şu ya da bu şekilde her eve girmesinin toplumun her kesimine erişme olanağı sağladığını ve bunun eşitsizlikleri azaltıcı bir rol oynayabileceğini belirtiyor. Öte yandan bilgi teknolojisindeki hızlı gelişmenin her zaman eşitsizliği artırıcı bir yanı da bulunduğunu vurguluyor Robert Reich. Önde olan, ilerde olan kesimlerin ve onların çocuklarının yeniliklerle herkesten önce tanışma ve bu yenilikleri kullanarak geride kalanlarla aralarındaki mesafeyi açma şansları var Reich'a göre.
Devlet yeniliğe direnir
Bilgi teknolojisinin devlette verimliliği artırabileceğini, daha az harcamayla daha çok hizmet iletilmesini sağlayabileceğini Robert Reich da kabul ediyor ancak devletin böyle bir dönüşümü kolay benimseyemeyeceğini düşünüyor.
"Devlette her yenilik tepkiyle karşılanır, çünkü her hatanın cezaya tabi olduğunu bilen memur risk almak istemez ", diyen Reich ilginç bir etkene daha değiniyor: "Memurların, sonunda belki kendi yaptıkları işi de gereksiz kılacak bir teknolojik yeniliği benimsemekte ya da savunmakta gönülsüz davranmaları aslında anlaşılabilir bir tepki."
ABD'nin son yıllarda sergilediği parlak ekonomik performansın "en alttakilerin" durumlarında da bir iyileşme sağlamaya başladığını belirten Reich'e "Amerikan mucizesi"nin daha ne kadar süreceğini soruyorum. "Ben hala her çıkışın bir inişi olacağına inanıyorum ama bunun ne zaman olacağını söylemek çok zor ve henüz bu yönde ciddi belirtiler yok ", diyerek yanıtlıyor sorumu.
Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr