Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Dünyanın çeşitli alanlardaki seçkinlerini bir araya getiren Davos toplantılarını düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu'nun Türkiye Forumu'na katılan 20 ülkeden 200 dolayında katılımcı Türkiye'de çok tekrarlanan bir nakaratı defalarca duymak zorunda kaldılar. İşin garip tarafı artık yalnızca Türkler değil çeşitli ülkelerden gelen katılımcılar da aynı şeyi söylüyorlardı: Türkiye'de devlet yönetiminde ciddi sorunlar vardı; reform vaatleri hep lafta kalıyordu; enflasyon akılalmaz bir düzeydeydi ama Türk özel sektörünün gücü ve dinamizmi ülkeyi ayakta tutuyordu. Toplantıya katılacağını bildirdiği halde katılmayan Başbakan Yılmaz'ın bu davranışının yarattığı burukluğu telafi etme görevini de üstlenmek zorunda kalan Cumhurbaşkanı Demirel de konuşmasında siyasetteki istikrarsızlığın ekonomik hayatı eskisi kadar etkilemediğini söylüyordu.
Evet, özel sektörümüzün kendine özgü bir gücü ve dinamizmi vardı ama salt bu güce güvenerek ekonomiyi ayakta tutmanın giderek zorlaştığı bir döneme girmek üzere olduğumuz da galiba bir gerçekti. Çok zor bir dönemin eşiğinde bulunduğumuzu düşünenlerden biri de Türkiye Forumu'na katılan eski DPT Müsteşarı İlhan Kesici idi. Halen ANAP Milletvekili olan Kesici, dünya ekonomisindeki gelişmelerle Türkiye'deki şartları birlikte değerlendiğinde, Türkiye'nin en kısa zamanda "yüksek profilli" bir hükümete kavuşmasının zorunlu olduğu sonucuna vardığını belirtiyordu.
Kesici'ye göre 1997'deki Asya krizi sonrasında küresel sistemin merkezinde toplanan para bir süre sonra yeniden "emerging markets" denen ülkelere yönelirken gideceği ülkelerde bazı özelliklerin bulunmasına daha çok önem verecek. Bu özellikler arasında (a) Demokrasi, (b) Siyasi istikrar, (c) Rekabet düzeninin varlığı, (d)Mali sektörün yapısı, (e)Kamunun şeffaflığı ve (f)Özel sektörün yapısı büyük önem taşıyacak Kesici'ye göre. Bunlardan sadece birine ya da ikisine sahip olmak yetmeyecek, hatırı sayılır miktarda dış kaynak çekmek için.
Kesici, küresel ekonomiye uyum sağlamak için gerekli olan adımların önümüzdeki iki yıl içinde atılmasının şart olduğunu, bunun için de Türkiye'nin "yüksek profilli" ve güçlü bir hükümete kavuşması gerektiğini vurguluyor.
Ancak hemen önümüzdeki dönemle ilgili olarak da ciddi kaygıları var Kesici'nin. 1999 yılının ilk dört ayında yalnızca iç borç servisinin getirdiği yükün 25 - 26 milyar dolara ulaştığını, dış borç servisiyle birlikte 27 milyar doların üstünde bir kaynağın yalnızca borca gideceğini belirten Kesici, ekonominin daralma eğilimine girdiği bir ortamda bunu gerçekleştirmenin daha da zor olacağını düşünüyor ve şöyle konuşuyor:
"Bunun çok ciddi bir tablo olduğunu görmek ve her kesime anlatmak gerekiyor. 'Biz ne krizler gördük diyerek' geçiştirilecek bir tablo değil bu. Durumun ciddiyetini işçiye, işverene, tüm kesimlere anlatmak; bu tabloyu kinsiz. garezsiz, öfkesiz ortaya koyarak çıkış yolları konusumda olabildiğince geniş bir milli mutabakat sağlamak şart. Bu arada IMF ile bir stand - by anlaşması yapmanın da yararı olabilir, dış kaynak girişini kolaylaştırabilir. Gereğinde bütün partilerin desteği de alınarak böyle bir yola girilemezse Türkiye'de kıştan sonra karakışın gelmesinden korkarım."
Kesici acil olarak bir şeyler yapmanın şart olduğunu düşünüyor ama "yüksek profilli hükümet" hayalinin kolay gerçekleşmeyeceğini de biliyor ve "hiç olmazsa seçimden sonra yüksek profilli bir hükümet kurulabilse", diyor.

Devlet Bakanı Güneş Taner'in, geçen hafta sonu Sayın Başbakan'ın da bulunduğu bir açılışta yaptığı konuşmada kürsüye çıkıp, "yemin ederim ki 1999 yılı 1998'den daha iyi geçecek", dediğini televizyondan izledim. Sayın Taner, İstanbul'da yapılan Dünya Ekonomik Forumu(World Economic Forum) toplantısında benzer şeyleri söylerken ise salondaydım. Sayın Taner'e göre global kriz atlatılmak üzereydi ve "emerging markets" denen ülkelere kaynak akışı yeniden başladığında bundan ilk yararlanacak ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Hatta Türkiye'ye para vermek isteyenler nabız yoklamaya başlamıştı. Türkiye için 1999 yılının 1998'den daha iyi bir yıl olacağı kesindi.
Her konuda ne kadar kusursuz(!) bir bakan olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılan Sayın Taner, dünyadaki ve Türkiye'deki risklerden, ekonomide durgunluk ya da "resesyon" tehdidinden hiç söz etmemişti ama gelinen noktada onun iyimserliğini paylaşan ikinci bir kimse bulmak kolay değildi.

Dünya Ekoomik Forumu'nun İstanbul toplantısına katılan dünyanın en ünlü yöneticilerinden Percy Barnevik'e global krizin atlatılmakta olduğu yolundaki görüşleri nasıl değerlendirdiğini sorduğumda gayet net bir cevapla karşılaştım. "Ancak bir ahmak global krizin atlatıldığını düşünebilir", diyen Barnevik, krizin Avrupa ve ABD üzerindeki etkilerinin asıl bundan sonra görüleceğini vurguladı. Japonya'nın da henüz krizi atlatmış görümediğini belirten Barnevik, 1999 yılının dünya ekonomisinde yavaşlama eğiliminin ağır basacağı bir yıl olacağını söyledi.
Barnevik'in de belirttiği gibi, 1999 yılında Avrupa ve ABD ekonomilerinde bir yavaşlama yaşanması ve talebin gerilemesi bekleniyordu. Japonya'nın durumu belirsizdi ama en iyimser tahminle bile ancak % 0.5'lik bir büyüme hızına erişebileceği düşünülüyordu. Asya'da Tayland ve Güney Kore gibi ülkeler devalüasyondan da yararlanarak ihracat atağına başlayacak noktaya gelirken Çin'in durumu konusumdaki soru işaretleri sürüyordu.

Bu gelişmelerin Türkiye ekonomisi için hiç de iç açıcı olmadığı ortadaydı ve olası etkileri şunlar olabilirdi:
* Özellikle Avrupa pazarlarının daralması Türkiye'nin ihracat pazarlarının daralması olasılığını akla getirirken ABD'deki olası daralma ve yükselen korumacılık ağilimi de alternatif pazar olarak ABD'ne umut bağlamayı da zorlaştırıyor.
* Ekonomik depremden sonra açlık tehdidiyle boğuşan Rusya'da neler olacağını kestirmek çok güç ama ekonominin kısa sürede düzelmeyeceği ortada.
* 1997'de krize giren ve paraları büyük ölçüde devalüe olan Asya ülkelerinin ve şirketlerinin bazılarında gözlenen topanlanma belirtileri bu ülke ve firmaların 1999'da dünya pazarında daha ciddi rakip haline geleceklerini ve bunun Türkiye'yi ve Türk firmalarını daha olumsuz etkileyeceğini düşündürüyor.
* 1999 yılında dünya finans piyasalarında nasıl bir tablo yaşanacağını aklı başında kimse tahmin edemiyor ama "emerging markets"(yükselen pazarlar) diye nitelenen ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı ülkelere yeniden ciddi miktarlarda kaynak akması zaman alacak.

Bu tabloya Türkiye'nin kendi iç sorunlarını da eklediğimizde 1999 yılının ne kadar çetin bir yıl olacağı daha da iyi anlaşılıyor. İç talebin ve dış talebin birlikte düştüğü, dış rekabetin arttığı, dış kaynak girişinin(içerdeki istikrarsızlığın da etkisiyle) sınırlı kalacağı ve bütün bunlara ek olarak muazzam bir borç servisi yükünün faizlerin çok yüksek seyretmesine yol açacağı bir ortam söz konusu. Bu ortamda özellikle yılın ilk yarısında Türkiye ekonomisinin büyüme değil küçülme yaşaması bekleniyor. TÜSİAD'in hükümet krizini gündeme getiren son "kaset bunalımı" öncesindeki şartlarda hazırlanan Konjonktür çalışmasına göre 1999 yılının ilk çeyreğinde GSMH'da % 1.4'lük bir gerileme, ikinci çeyrekte ise sıfır büyüme bekleniyor ve ekonominin ancak üçüncü çeyrekte bir sıçrama yapabileceği ileri sürülüyor.
Siyasi istikrarsızlığın da arttığı bir ortamda küçülen bir ekonominin ve devasa borç servisinin nasıl bir tablo ortaya çıkaracağını herkes kendine göre tahmin edebilir ama 1999'un kriz sözcüğü ile dalga geçenler için pek hoş bir yıl olmayacağı söylenebilir.