Benim değerlendirmeme göre Avrupa Birliği (AB) Konseyinin 17 Aralıkta Brükselde vereceği karar Kıbrıs pürüzüne takılamayacak kadar önemli bir karardı. Türkiyeye AB yolunu açacak olan bu karar, Türkiye ve AB için olduğu kadar dünyanın geleceğini belirleme açısından da büyük önem taşıyordu. ABnin Türkiyeye tam üyelik yolunu açması, Amerikanın dünyaya empoze etmeye çalıştığı küresel düzen anlayışına karşı bir Avrupa seçeneği oluşturma konusunda ciddi olduğunu kanıtlayacaktı. Müslüman Türkiyeyi içine alacak bir Avrupa, İslam dünyasını küresel düzenle bütünleştirme yolunda ABDye karşı bir stratejik avantaj elde edecekti. Türkiyenin AB üyesi olmasına kuşkuyla bakanların çoğunlukta olduğu Fransa ve Almanya gibi ülkelerin liderleri de, işte bu nedenle, siyasi risk alarak Türkiyeye müzakere tarihi verilmesi yönünde oy kullanacaktı. Öte yanda ise Türkiye içinde ve dışında AB ile bütünleşme hedefini öne çıkartarak prim yapmış bir Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı vardı. Onların da uzlaşmamayı seçmesi kolay değildi. Brükselde heyecan dolu saatler yaşanırken, önde gelen gazete yazarlarıyla "AB uzmanı" sayılan herkes olay mahallinde ya da televizyon ekranlarında olduğu için, benim gibi bu işlerden fazla anlamadığı düşünülenlere de "Ne olacak şimdi?" diye soranlar oldu. Ben de onlara "Ben bu işlerden pek anlamam ama fazla telaş etmeyin, her halde bir uzlaşma sağlanır" diye cevap verdim. Neden böyle dediğimi açıklamaya çalışayım. Ancak siyasetin ve diplomasinin aktörleri de eninde sonunda insan. Her zaman en rasyonel tercihi yapmalarını bekleyemezsiniz. Ayrıca Başbakan Erdoğanın bu konudaki deneyimi konusunda fazla bir bilgimiz de yok. Bu nedenle Brükseldeki heyecan sürerken iplerin bir noktada kopacağını düşünerek umutlanan ya da kaygılara kapılanlar oldu.Avrupada ve Türkiyede umutlananlar, Türkiyenin AB ile bütünleşmesine karşı olanlardı. İplerin kopması ve AB yolunun bu noktada Türkiyeye açılmaması halinde farklı bir sürecin başlayacağını ve "tehlikenin atlatılacağını" düşünüyorlardı bunlar. Türkiyeyi bu noktaya getiren AKP hükümeti bu nedenle sarsılabilecek, ABnin yeni anayasasının onaylanma sürecinde AB liderlerinin Türkiyenin tam üyeliğini yeniden gündeme getirmeleri de kolay olmayabilecekti.Avrupada ve Türkiyede bu görüşü savunanların ortak özelliği, topluma korku salacak senaryolar yazmadaki başarıları. Türkiyeyi Avrupa dışında tutmaya çalışan Avrupalılar, tarihsel düşmanlıkları hatırlatarak, din ve kültür farkını öne çıkartarak, yoksul ve kalabalık Türkiyenin Avrupanın kaynaklarını kurutacağını iddia ederek bir "Türkiye korkusu" yaratmaya çalışıyorlar. Türkiyede de, ABnin her şeyimizi alıp bize hiç bir şey vermeyeceğini, Türkiyeye parya muamelesi yapacağını, sanayimizi ve tarımımızı yıkacağını ve içimize nifak sokup ulusal egemenliğimizi de yok ederek son Türk devletini ortadan kaldıracağını ileri süren ve korku senaryoları yazanlar var. Korku tacirleri Sığ ve ufuksuz bir bakış açısıyla bu korku senaryolarını yazanların umutları 17 Aralıkta gerçekleşmedi, bu raundu kaybettiler ama bu onların yenildiğini ve havlu attığını göstermiyor. Türkiye ile ABnin bundan sonraki ilişkilerinde, Kıbrıs konusunda ve müzakere sürecinde bu korku senaryolarını yazanlara malzeme sağlayacak gelişmelerin yaşanması olası. Ayrıca bu korku senaryolarıyla farklı toplum kesimlerini etkilemek de hayli kolay olabilir. Buna karşılık AB ile bütünleşme süreci Türkiyenin sancılı dönüşümler geçirmesini, ABnin de küresel liderlik perspektifini kaybetmemesini gerektiriyor. Bu nedenle de Avrupada ve Türkiyede 17 Aralık raundunu kazananların bir an için bile gardını düşürmemesi gerekiyor. oulagay@milliyet.com.tr Maç sürecek