Davos'ta gündeme gelen "globalleşmeyi terbiye etme" söyleminin hayata geçirilmesi pek kolay görünmüyorDÜNYADA olup biteni kavrama konusunda gazeteciliğe ilk heves ettiğim yıllardaki kadar deneyimsiz olsaydım ve bu yıl Davos'ta söylenenlerin yalnızca bir kısmını duysaydım (ya da Davos'ta olan biteni kendine göre yansıtan yayınlardan izleseydim) herhalde ben de daha adil bir küresel düzenin kurulmakta olduğuna dair ciddi umutlara kapılır ve heyecanımı Davos'tan yazdığım yazılara yansıtırdım.
Aslında Davos'taki hava 1970'leri anımsattı bana. Dünyadaki ekonomik düzenin adaletsizliği, soğuk savaşın sürdüğü ve küreselleşme söyleminin bugünkü gibi yaygın olmadığı o dönemde de gündeme gelmiş ve "Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen" e geçiş çağrıları yapılmıştı. Bu çağrılar beni de müthiş heyecanlandırmış ve bu heyecan o dönemde Cumhuriyet gazetesi için hazırladığım haftalık dünya ekonomisi sayfasına yansımıştı. Daha sonra, 1980'lerden itibaren dünya ekonomisi yeni bir düzene doğru evrim geçirdi ama bu hiç de "Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen"i savunanların umduğu yönde olmadı.
Söylem mi, gerçek mi?
Ben de bu yirmi küsur yıl içinde dünya ekonomisinin nasıl geliştiği, hangi süreçlerin yaşandığı, neyin retorik(söylem), neyin gerçek olduğu konusunda bir hayli deneyim kazandım ve bu konularda medyatik heyecanlara kapılmanın ne kadar yanıltıcı olabileceğini öğrendim. İşte bu sayede, bu yılki Davos toplantısı ile ilgili olarak Time ve Newsweek gibi dergilerde(ve herhalde diğer ülkelerde, örneğin Fransa'da yayınlanan dergi ve gazetelerde) yer alan yazıların ne kadar ciddiye alınması gerektiği konusunda da kendime göre iyi bir fikir sahibi olma olanağını buldum.
Davos'ta sabah 7'de kahvaltı seansları ile başlayıp gece 23'e kadar süren yemekli toplantılarla noktalanan yoğun programdan seçtiğim 30 kadar toplantıya katıldım ve 120'ye yakın, çoğu ünlü konuşmacıyı dinleme ve bazılarıyla konuşma fırsatını buldum. Davos'ta estirilen havanın, bugün gelinen noktada küreselleşmeye karşı oluşan tepkileri yönlendirmek için dillendirilen bir söylem mi, yoksa kalıcı sonuca varacak bir eğilim mi olduğunu saptamaya çalıştım.
Aslında "küreselleşmeye insani bir yüz kazandırma" ya da "azgın piyasaları terbiye etme" gibi temaların Davos gündeminde yer almış olması bile, şu an için dünyada rakipsiz kalmış görünen kapitalizmin ve bu sistemin patronu görünümündeki ABD'nin yeni bir meşruiyet arayışı içinde olduğunu gösteriyor ve bu nedenle önem taşıyor. Artık Henry Kissinger de, ABD Hazine Bakanı Robert Rubin de, ünlü spekülatör George Soros da, sistemle bütünleşen ya da bütünleşme çabasında olanların yalnızca küçük bir bölümüne yarar sağlayan, geri kalan milyarlarca insanı ise çıkmazlara sürükleyen bir sistemin kalıcı olamayacağını görüyor ve dile getiriyor.
Soros: Bunlar retorik
Küresel kapitalist sistemde son dönemde yaşanan krizlerin ve sarsıntıların odak noktasında hiç kuşkusuz uluslararası finans piyasaları var. Davos'ta en çok konuşulan konulardan biri de buydu. Özellikle kısa vadeli sermaye hareketlerinin ve döviz piyasasındaki spekülasyonun birçok ülkeyi ve bütün olarak sistemi sarsıcı etkileri üzerinde çok duruldu. Bu arada Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Joseph Stiglitz'in bile "piyasa mantığını reddetmeyen kambiyo kontrollarının yerine göre yararlı olabileceğini" söylemesi dikkat çekti.
2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan IMF(Uluslararası Para Fonu) gibi uluslararası kurumların bugünün karmaşık dünyasında yararlı olamadığını savunanlar, ya da George Soros gibi işlevinin yeniden tanımlanmasını önerenler de hayli fazlaydı. Son yazdığı kitapta("Global Kapitalizmin Krizi") özellikle mali piyasaların sistemi dengeye ulaştırıcı değil dengeden uzaklaştırıcı bir nitelik kazandığını belirten Soros çözümü piyasalara terketmenin daha büyük felaketlere yol açacağını ileri sürüyor ve IMF'nin bir tür dünya merkez bankası gibi çalışarak sistemde düzeni sağlamasını öneriyor.
Aklıma takılan soruyu Davos'ta düzenlenen basın toplantısında Soros'a da sordum, "burada, Davos'ta konuşulanlar yalnızca retorik mi, yoksa sistemin işleyişini değiştirecek bir şeyler yapılacak mı?", dedim. Soros şöyle cevap verdi bu soruma: "Burada, Davos'ta konuşulanlar tabii ki retorik ama sistemde bir şeylerin değişmesi kaçınılmaz."
Neler değişecek?
Evet sistemde bir şeyler değişecek, çünkü daha altı ay önce çökme noktasına yaklaşan finans sisteminin her an yeni sistemik krizlere sürüklenebileceği kaygısını taşıyanlar hayli fazla ve böyle bir krizin ABD dahil sistemdeki tüm ülkeleri etkilemesi kaçınılmaz. Bu nedenle "yeni bir uluslararası finans mimarisi" ve "şeffaf mali sistem" özlemi sıkça dile getirildi Davos'ta. Bunları sağlayacak kurumsal düzenlemeler konusunda çeşitli fikirler ileri sürüldü ve bir şeyler yapılacağı izlenimi doğdu.
Küresel sistemin "çevre ülkeleri"nin sıkıntıları ve çıkmazları Davos'ta çok konuşuldu ama piyasa söyleminin yaygınlaştığı son dönemde "yükselen pazarlar" diye de anılan bu ülkeleri rahatlatmak için ortaya somut bir formül konamadı, benim izleyebildiğim kadarıyla. Bu ülkelere verilen nasihatla karışık umut şöyle özetlenebilirdi: "Siz önce kendi evinizi düzene sokun, mali istikrarı sağlayıp küresel düzene uyum sağlayın, göreceksiniz o zaman size de sermaye akacak ve başarılı olacaksınız."
Sistemin "çevre" ülkelerine sistemin dışına çıkmamaları için bol nasihat ve umut verildi ama küresel sistemin nasıl onların yararına işleyeceği açıklık kazanmadı Davos'ta.
Türkiye bu kürede neler yapabilir?
Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu toplantısında edindiğim izlenimleri yandaki yazıda aktarmaya çalıştım. Davos'ta daha da pekişen kanıma göre, istisnasız herkes için, her ülke için tehditlerle ve tehlikelerle dolu, son derecede karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. Şu anda dünyanın tek hakimi gibi görünen ABD'nin Davos'ta boy gösteren en üst düzeydeki yetkilileri bile bu gerçeği kabul ederek bu ortamda kimsenin rahatlığa kapılma lüksünün olmadığını vurguladılar.
Pekiyi böylesine belirsizliklerle ve tehditlerle dolu olan bir dünyada bizim yerimiz ne olabilir? Küreselleşme(globalleşme) sürecinde bir kazaya kurban gitmemek ve kaybedenlerin safında yer almamak için neler yapabiliriz?
Bu sorulara cevap ararken öne çıkan öncelikler şunlar:
* Bir kere dünyada olup biteni çok iyi izlemek, olası gelişmeleri gerçekleşmeden sezme yeteneğini kazanmak çok önemli. Örneğin Rusya krizi gibi bir gelişmeyi ancak yaşandıktan sonra gündeme aldığımız için olumsuz etkilerini daha fazla hissettik.
* İkincisi, dünyanın nereye doğru gittiği konusunda sağlıklı bir analiz yapabilmek çok önemli. Davos'ta edindiğim izlenime göre "vahşi küreselleşme"yi terbiye etme çabaları kısa sürede çarpıcı sonuçlar vermeyecek ve her ülke bu fırtınalı ortamda kendi performansına göre değerlendirilecek.
* Üçüncüsü, değerlendirme kriterlerinin başında ülke ekonomisinin sağlamlığı ve küresel ekonomiye uyum yeteneği geliyor. Makroekonomik dengelerini sağlam tutan, mali sistemini iyi denetleyen ve uluslararası şeffaflaşma normlarına uyan ülkeler bu değerlendirmede öne çıkacak, makroistikrarı sağlayacak reformları çeşitli gerekçelerle erteleyenler ise her an krize sürüklenme korkusuyla yaşayacak.
* Dördüncüsü, 21. yüzyılda özel sektörün yaratacı gücünü iyi kullanan, gelişme potansiyeli bulunan bilgi teknolojisi ve benzeri alanlarda öne çıkan ülkeler başarılı olabilecek.
* Beşincisi, şu anda küreselleşme fırtınasının dalgalarıyla boğuşan "yükselen pazar" kategorisindeki ülkeler arasında küresel sisteme en çabuk ve en iyi uyum gösterenler 21. yüzyılda aradan sıyrılacak, diğerleri yaya kalacak.
Küresel düzenin acımasız koşullarında ayakta kalmak, hatta öne çıkmak istiyorsak bu öncelikleri dikkate almak zorundayız. Türkiye için Davos 99'un özet sonucu bu, bana göre.
Yazara E-Posta: oulagay@milliyet.com.tr