Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 12 Ocak 2004 tarihini "Türk ürünlerinin dünya çapında markalaşmasının miladı" olarak ilan etti önceki akşam. Türk ürünleri uluslararası pazarlarda "TURQUALITY" damgasıyla desteklenecek ve bu damga Türk ürünlerinin kalitesini simgeleyecekti. "TURQUALITY"nin tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada Türkiye'nin ihracatını 2010'da 100 milyar dolara ve 2023'de 500 milyar dolara yükseltme iddiasını da yineleyen Kürşat Tüzmen'i dinlerken bir başka milat tarihi geldi aklıma. Türkiye'nin gerçek anlamıyla piyasa ekonomisine geçmesinin ve ekonomisini dış rekabete açmasının başlangıcı sayılabilecek olan 24 Ocak 1980'di bu tarih.
Çeyrek yüzyıla yaklaşan bu sürede çok şey yaşandı ekonomimizde ama belleğim beni yanıltmıyorsa, bugünküne benzer bir durum pek yaşanmadı. Ekonomiye ilişkin göstergelerin bu kadar iyiye gittiği, buna karşılık, hemen herkesin bu ölçüde halinden şikayetçi olduğu bir durumu ilk defa yaşıyoruz galiba. Türkiye İhracatçılar Meclisi(TİM) yöneticilerinin ve üyelerinin yoğun ilgi gösterdiği "TURQUALITY" toplantısı sırasında kime rastladıysam öncelikle şikayet duydum. Türkiye ihracatta 48 milyar dolarlık yeni bir rekor kırmıştı, neredeyse 30 yıl sonra tek haneli enflasyona kavuşma fırsatını yakalamıştı, borsası uçuyor, Türk tahvilleri uluslararası piyasalarda kapışılıyordu ama kimse halinden memnun değildi.
Sanayicinin derdi
İstanbul Sanayi Odası Meclis Başkanı Hüsamettin Kavi'nin, 2000 yılındaki enflasyonla mücadele programının hedeflerine ulaşması için nasıl çaba harcadığını yakından biliyorum. Bugün o hedeflere yaklaşılmış olmasını tabii ki memnuniyetle karşılıyor Kavi, "işimiz çok zor ama, enflasyonsuz döneme alışmak zorundayız" diyor. Ancak kendi firmasından verdiği bir örnekle de ihracat yapan pek çok firmanın karşılaştığı bir soruna parmak basıyor. "İhracatımız dolar bazında % 30, euro bazında % 10 artmış görünüyor, birim olarak artış ise % 22. Yani euro bazında birim fiyat düşmüş oluyor. Maliyet cephesinde ise, hammadde dışındaki girdilerimiz Türkiye içindeki fiyat artışlarına tabi. Sonuçta bu tablo kârı değil zararı artırıyor" diyor Kavi.
TİM Yönetim Kurulu üyesi Bülent Başar'la konuşurken de, döviz kurundaki gelişmelerin ihracat yapan sanayicide yarattığı tedirginliğin boyutlarını daha iyi anladım. Türk lirasının değerlenmesinin maliyet yapmayı zorlaştırmasının ve rekabet gücünü olumsuz etkilemesinin yanısıra, yakın geçmişte birkaç kez yaşanan kriz senaryosunu tekrar gündeme getirmesi olasılığı da tedirgin ediyor sanayiciyi. TİM Yönetim Kurulu tarafından IMF heyetine yapılan sunumda da, TL'nin değerlendiği dönemlerin dış açığı nasıl büyüttüğü ve krizleri nasıl tetiklediği anlatılmış. Bu kriz senaryosunun tekrarlanacağı yolunda bir korku var hâlâ sanayicide. Öte yandan Merkez Bankası'nın faizleri indirerek kuru daha makul bir düzeye çekmesinin de mümkün olduğunu savunuyor Bülent Başar.
Yatırım yok şikâyeti
İhracat yapanların bu tedirginliği anlaşılır bir şey ama enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeyi hedefleyen bir program uygularken ve bankalarla halkın elindeki kamu kağıdı portföyü bu kadar büyükken, faiz silahının ne kadar dikkatli kullanılması gerektiği de ortada. Ayrıca kurdaki gidişatı etkileyen tek etkenin faiz olduğuna da hiç emin değilim.
Öte yandan "yatırım yok, istihdam artmıyor" türündeki yakınmalar da genel ezbere dayanıyor biraz. Bir kere pazarını bulan ve ihracatını yapan kesim kapasite artırma yatırımlarını yapıyor bence. İkincisi, Türkiye'nin toplam üretim kapasitesi ile gerçekleşen üretim arasında kalan boşluğu, yani atıl kapasiteyi ifade eden "üretim açığı"("output gap")nın kapandığını ve üretimi artırmak için mutlaka yeni yatırıma gerek olduğunu gösteren bir veri de ortaya konabilmiş değil henüz.
Sonuçta rakamlar değil insanların kendi durumlarını nasıl değerlendirdiği önemli. Ancak ekonomiyle ilgili değerlendirme yaparken, tablonun bütününü görmek ve verilere dayalı konuşmak da önemli.