Dünyada, 42 yıl arayla, aynı tarihte yapılan darbe girişimlerinin kaderini değiştirdiği tek bir ülke var, o da Türkiye.
Kıbrıs’ta, 15 Temmuz 1974’te yapılan darbe girişiminden söz ediyorum.
Sadece tarihleri ortak değil bu iki darbe girişiminin.
Arkasındaki güçler, darbe emrini verenler ve yapılacak darbelerin kime fayda sağlayacağı konusunda da benzerlikler var.
15 Temmuz 1974 darbesini yapan kişinin EOKA-B’nin kurucusu Nikos Sampson olduğunu biliyoruz da sonrasını hiç merak etmedik.
Mesela Yunanistan’ın Kıbrıs’taki 15 Temmuz darbesini araştırmak için 1980’lerde kurduğu bir komisyon vardı.
Fransa’da sürgünde yaşayan Nikos Sampson, komisyon için yüzlerce sayfa cevap yazdı ama o dönemin Yunanistan Başbakanı Papandreu ani bir kararla lağvetti komisyonu.
Eğer o video sosyal medyada çok konuşuluyor olmasa, sosyal medyanın ardından medya topa girmese, Kartal’da içinde hamile kadının olduğu aracın önünü kesip, zorbalık yapan adamlar tahminen tutuklanmazdı.
Eğer o tutuklama kararı bu kadar büyük alkışlarla karşılanmasa, tahminen, bir günde iddianame hazırlanmaz, istenen ceza da 20 yıl olmazdı.Bu ülkede şehir zorbalarına sadece bu vakada rastlamadık.
Mesela Halit Ergenç’e zorbalık yapanlar, tutuksuz yargılanıyor ya da zorbalığa uğrarken video çekmeyi akıl edemeyenler için de yargı sistemi bu kadar hızlı çalışmıyor.
Böyle o kadar çok örnek var ki, bu gidişle bu zorbalar bir süre sonra mağdur pozisyonuna düşecek.
O zaman da sistem, kimseyi mağdur etmeyelim diye benzeri zorbalıkları önemsemeyecek.
Bu kadar olmamalı, her olay ayrı bileşenlerden oluşur ama ortaya mağdur olmuş zorba görüntüsü çıkarmak, gelecekte hepimize zarar verir.
Özcan Deniz’in ayrıldığı eşi ve çocuğuyla aynı evde oturmasını büyük bir şaşkınlıkla haber yaptı medyamız.
Şaşıracak ne var acaba? Karı-koca sıfatları sona erdi ama anne-baba sıfatları devam ediyor ve üç aylık bir bebeği var bu çiftin...
Küçücük bir bebeği, hele ki kendi kanınız canınız bebeğinizi bırakıp, başka bir eve gitmek kolay olmaz kimse için.
Düşünsenize, sabahları kalkar kalkmaz bebeğinizin yüzünü değil, aynada kendi yüzünüzü görüyorsunuz.
Bebeğinizin ağlama sesi yerine koca bir sessizlik içinde yaşıyorsunuz...
Siz olsanız hangisini seçerdiniz?
Babasını ziyarete giderken, boyun kısmında beyaz güvercin süsleri olan bir elbise dikmişti Nazlıcan.
Silivri’ye girerken, battı gözlerine, istemediler, söktüler hepsini.
Çok ses çıkarmadı genç kız, daha 15 yaşında, cezaevi girişinde, cebinde şeker buldular diye çıplak aramaya maruz kalmıştı.
Üstelik alışmıştı, anlayışsızlığa...
Okulu, Avusturya Lisesi, “Baban ile okul arasında tercih yapmalısın” demişti, o da babasını seçmişti.
Ergenekon’u Nazi örgütüne benzeten, Nazlıcan’ın babasını ziyarete gittiği bir gün, sırasındaki kitapları camdan atan faşist öğretmene bir şey olmamış ama Nazlıcan’a tasdikname vermişti okulu.
Yine de diğer Ergenekon sanıklarının çocuklarına göre şanslı sayılır Nazlıcan, hiç değilse öksüz kalmadı, canlı aldı babasını cezaevinden.
Bu hafta açıklanan Ergenekon kararı sonrasında o diktiği elbiseye, güvercin süslerini yeniden takıp takmadığını merak ettim en çok Nazlıcan’ın...
Yıllar önce töre cinayetine kurban gidecek kızının çığlıklarını komşuları duymasın diye, televizyonun sesini açan bir ‘anne’ haberi okumuştum.
Bu hafta, kızını zorlayarak, kardeşinin oğluyla dini nikahla evlendiren, kız, kuzeniyle beraber olmak istemediği için kendini ikinci katın balkonundan aşağıya attıktan sonra, kanlar içindeki kızını içeri sokup, tekrar adamın koynuna sokan, kadına da “Anne o” diyoruz.
Fizyolojik olarak, bir bebeği dokuz ay karnında taşıyan herkese “Anne” diyebiliyoruz.
Aksi olsa, başkalarının yumurta ve sperminden oluşan bebekleri doğuran kadınlara da “Taşıyıcı anne” demezdik.
Her neyse gelelim asıl konumuza: Emre Aşık’ın ayrıldığı eşi, Yağmur Sarnıç’ın elinden çocuklarının zorla alınması, üstelik pedagog olduğu söylenen kişinin, çocuğu sertçe çekmesi içimizi dağladı. Baktım önceki gün televizyonda anne olmaktan, üzüntüsünden bahsediyordu bu genç kadın, yalan değildir, üzülmüştür mutlaka.
Ama o zaman fiziki şiddet uygulamayacaksın çocuklara.
Fiziki şiddete tanıklık eden okul müdiresi için, savcılıkta “Emre’den hoşlanıyor, o yüzden böyle yapıyor” demeyeceksin ya da bu iddiayı televizyonda da dile getireceksin.
İnsan psikolojisinin en garip özelliklerinden birisi de, hayran oldukları kişinin tek başına olması ya da kalmasından mutluluğu...
Daha garibi, hayranları bozulacak diye erkek ya da kız arkadaşını, hatta evli olduğunu saklayan kimi isimler... Oysa hayran olduğunuz birinin normalde mutlu olmasını, o sayede daha çok ve daha iyi eserler üretmesini beklemek gerekir.
Yok ama hem bizim memlekette hem de dünya genelinde hayranlar, sevdikleri, beğendikleri kişiyi nedense tek başına istiyor. Hani, süper loto devrettiği zaman, “Belki haftaya bana çıkar” diye umut etmeye devam edip, başkasına çıktığında, umut etme şansı bittiği için bozulur ya insan, onların durumu da bunu benziyor galiba. Özcan Deniz’in eşinden ayrıldıktan sonra kadın hayranlarından gördüğü abartılı ilgi bana hem komik geldi hem de insanın bencil yanını hatırlattı bir kez daha... Kendi hayalimiz sürsün diye bir başkasının mutsuzluğunu ya da yalnızlığını istemek.
İnsan, ey insan...
Şapkasız çıkmam abi!
Son zamanlarda başta Gazi Koşusu olmak üzere Veliefendi’deki at yarışlarında şapka takan kadınlar görmeye başladık.
Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinden beri en çok şu soruya muhatap oldu:
“Belediye sosyal tesislerinde içki servisi başlayacak mı?”
Sosyal demokrat belediyecilik beklentisi, sosyal tesislerde demlenmek olanlara şaşırıyor insan.
Rakı ve beyaz leblebi üzerinden, demlenme arzusuna Mustafa Kemal Atatürk’ü meze yapanlara da söylenecek bir çift lafım var:
Birincisi, Mustafa Kemal Atatürk, ülkesini kurtardıktan sonra rakı masasına oturdu, rakı masası muhabbetiyle, lafla, ülke kurtarmadı.
İkincisi, Armstrong’un çok uzun yıllar yasaklı kalan Bozkurt kitabı var ya, o kitapta ülkede bir karışıklık ve sıkıntı çıktığı anlarda Çankaya’da hiç sofra kurulmadığı anlatılır birden çok yerde.
O yüzden bu tadı kaçan tartışmayı daha fazla uzatmamak lazım...
OLDU, GÖZLERİM DOLDU HALİMİZ...
Hamdi Alkan’ı severim, ağzından çıkanlara da inanırım. Çok tartışılan bu kareyle ilgili de söylediği, “Aile albümüz için çektik, paylaşmadık ki” lafının doğru olduğunu varsayalım. Tabutla fotoğrafı aile albümüne koymak, bana ve çoğumuza garip gelebilir ama Alkan ve eşinin hayatı, karışamayız.
Burada sadece küçük bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim Hamdi’ye: Tabut selfie’si işi Harun Kolçak’ın cenazesinde ortaya çıktı, o günden beri, ciddi bir tepki var bu duruma.
İkincisi, eşi Selen Hanım (Görgüzel), sık sık sosyal medya paylaşımlarıyla gündeme geldiği için, bulunduğu her kareyi sosyal medya için çekiyor diye algılayabilir insanlar.
Paylaşılmamış bir fotoğraf üzerinden niyet okuyuculuğu yapıp, Alkan ve eşini eleştirmek haksızlık, bu kesin. Ancak Hamdi’nin medyaya sitem ederken, genel algıyı da düşünmesi ve tabutla kareleri aile albümüne koymak gibi bir geleneğin bu ülkede pek olmadığını hatırlaması gerekirdi.
Orada dur bakalım biraz abla!
Bizim magazin haberi sandığımız şeylerin çoğu bir dram barındırıyor aslında. Bir çocuk düşünün önce... Tuvalet sorunu yokken, altına kaçırmaya başlıyor. Yumuşak huylu bir çocukken giderek daha saldırgan hale geliyor.
Öyle günlerden birisinde