Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Popüler ilan sitelerinden birinde çoban ilanlarına baktım. Giresun Dereli, Sivas İmranlı, Balıkesir Gönen, Tokat Zile, Ardahan Damal, İzmir Bayındır, memleketin her yerinden “Acil çoban aranıyor” ilanları verilmiş. 

Şehirde yaşayanlar olarak çobanları sadece “Oyum bir mi?” diye sorarken aklımıza getiriyoruz ama çobanlar olmayınca markette etin fiyatı uçuyor, farkında değiliz. Ekonominin en basit kuralı üzerinden bakalım meseleye: 

Nüfusun, talebin hiç artmadığını varsaysak bile arz azalıyor. 2022 yılında büyükbaş hayvan sayısı yüzde 5.6 azalarak 17 milyon 24 bine düştü.  

Haberin Devamı

Koyun sayısı yüzde 1.1 azalışla 44 milyon 688 bine, keçi sayısı da yüzde 6.2 gerileyerek 11 milyon 578 bin baş oldu. 

Büyükbaş hayvancılıkta sorun sadece çoban derdi değil. Bir litre sütün 1.2 kilogram yem alamadığı durumda üretici zarar ediyor ve hayvanı kesime yolluyor. 

Fakat Türkiye coğrafyasının uygun olduğu küçükbaş hayvancılıkta üretimi zorlayan en büyük sorun çoban eksikliği. 

Koyun sayısı 44 milyon demiştik ya, bir çobana 200 koyun emanet edebiliyorsunuz, sürü 500 hayvana çıktığında gereken çoban sayısı 4 oluyor. Türkiye’de son 15 yıldır büyük bir çoban sıkıntısı var. 

Bunun birinci sebebi, genç nüfus şehirlerde yaşamak istediği için köyleri terk etti.  

İkinci sebep, çobanlık sosyal statüde en altta olan meslek gruplarından biri haline geldi. “Çoban, çobana kız vermiyor” sözüyle özetleniyor durum. 

Sürü sahipleri ayda 20 bin lira maaş, yatacak yer, telefon faturası ve hatta çobanın içeceği sigaraya kadar veriyor ama çoban bulamıyorlar. 

*** 

Her yaz İstanbul’daki mekânlardan Bodrum, Çeşme ve diğer turistlik merkezlere garson akını yaşanıyor. 

İstanbul’da asgari ücret artı bahşişten aldığı payla 13 bin lira civarında para kazanan garsonlar Ege ve Akdeniz’deki mekânlara gidiyorlar. 

En tecrübesiz olanı 20 bin lira maaş alıyor, bahşişlerle rakam minimum 30 bin liraya çıkıyor, buna kalacak yer, bedava internet, yeme-içme de ekleniyor. 

Dört ayda, İstanbul’da 10 ayda kazanacağına yakın para kazanan, yazı da Ege’de geçirecek olacak bir genci, Niğde ya da Bayburt’ta çobanlık yapmaya ikna etmek zor. 

Haberin Devamı

Gençlerin köylerde kalması lazım diyeceğim ama köylerde yaşayan nüfus oranı zaten yüzde 6.8’e düştü. 

Herkesi büyük şehirlere toplamanın maliyetidir biraz da, çarpık yapılaşma, yüksek kira, sıkışık trafik, yüksek suç oranı. Üstelik en büyük bedeli beklenen Marmara depremi olduğunda binlerce can kaybederek ödeyeceğiz.  

Türkiye’de köy bakkallarında yumurta satılıyor artık, bundan daha kötü ne olabilir? 

Peki, neden şehirlere geliyor gençler? 

Televizyon dizilerindeki yaşama özenme hikâyelerini geçelim bir kalem, çoğu köyde, kasabada ne uzar ne de kısalarım, şehirde bir şansım olur inancıyla geliyor. Sinema ya da tiyatroya gitmek için İstanbul’a göçmüş kimseyi görmedim ama daha iyi sağlık hizmeti, çocuğuna daha iyi eğitim, daha çok iş alternatifi ve biraz da reklamlarda gördüğü markalara daha kolay ulaşmak için gelenleri gördüm. 

Çobanlardan başlamıştık oradan devam edeyim, bugün yerli çobanlar 60 yaşın üzerindeler, Afgan çobanlar altın değerinde ve bir gün Anadolu’dan büyük şehirlere et girişi durursa ne olacağını düşünmesi gereken köyde yaşayanlar değil biz olacağız. 

Haberin Devamı

Demek ki köylerin kolay ulaşacağı ilçelerde sağlığı, eğitimi yukarı seviyelere çıkarmadan, çiftçilik ve hayvancılığı prestij meslek haline getirmeden bu çöküşü durdurmak kolay olmayacak. 

İthalat ile sorun çözmeye alışkın olanlara tavsiyem, son tahıl krizine bakmaları. Hindistan’ın buğday ihracatını durdurduğunu açıkladığı an, parası olanlar da tahıl bulamama riski yaşamıştı. Sadece enerji değil gıdada da parayla her sorunu çözmek mümkün değil.  

***

Devlet çoban krizinin farkında. Sorunu çözmek için online kurslar da açılıyor. Evde oturduğunuz yerden çoban sertifikası almak mümkün. Teşvik de sertifikalı çoban çalıştıran işletmelere veriliyor. Özel kurslar 18-50 yaş aralığında sertifika programından söz ediyor. Tarım Bakanlığı geçen sene 14 yaştan itibaren kursa kabul başlatmış. 

Deniz ya da havuzda değil de halı üzerinde cankurtaran kursu vermekle, evden çobanlık eğitimi vermek arasında bir fark var mı, değerlendirecek kadar bilgim yok. 

Ancak konuştuğum sürü sahipleri iyi çobanların hayvanların meradaki zararlı otları tanımasından tutun da, hasta hayvanı bakışından, davranışından tanıma, bulaşıcı hastalığa önlem olarak başka sürülerin geçmediği yolları kullanma beceresinden bahsediyorlar genellikle. 

Tarım ve hayvancılıkta dünyanın lider ülkesi Hollanda’da çobanlık yapmak için sertifika şartı yok ama lise mezunu ve Felemenkçe bilen insanları çoban olarak istihdam ediyor. İlginç olan, haftada 40 saat çalışma süresiyle yapıyorlar bunu. Fakat Hollanda’yı örnek almamız gereken asıl konu bu değil. 

Hollanda’da tarım ve hayvancılık da dâhil olmak üzere üniversite eğitimi ikiye ayrılmış durumda. 

Biri, teorik bilgilere odaklanılan Universiteit, diğeri de pratik bilgiye odaklanan Hogeschool. İkisi de üniversite eğitimi veriyor ama pratik bilginin önemi göz ardı edilmiyor. 

Türkiye’de tarım bölgelerine yaptığım yolculuklarda çobandan daha tarım teknikeri eksikliğini duydum. 

Eskiden tarım liseleri Tarım Bakanlığı’na bağlıydı; öğrenci, bakanlığa bağlı çiftliklerde tarım ve hayvancılığı pratik yaparak öğrenirdi. 

Sonra tarım liseleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Akıllı bile olsa tahta başında iyi tarım teknikeri yetiştirmek mümkün değil. 

Çoban meselesine geri dönelim, çoban sıkıntısı çeken tek ülke biz değiliz aslında. AB’den ayrıldığından beri İngiltere, nüfusu çok yaşlandığından beri İtalya da benzer sorunlar yaşıyor. Onlar sorunu sınırdan kaçak geçen göçmenlerle değil, kayıtlı, oturma izni olan, mevsimlik çobanlarla çözüyorlar. 

Bugün Türkiye’deki tüm yabancıları gönderirsek ne sürü dolaştıracak Afgan çoban bulabiliriz ne de Gediz Havzası başta hasat zamanı tarlaya girecek Suriyeli bulabiliriz. 

Tarım nüfusu yüzde 6.8’e düşen, herkesin üniversite mezunu olup, masa başı bir iş aradığı bir ülkede ithal işgücü ekonomiye faydalı olarak kullanılabilir ama kayıtlı olmak şartıyla. 

***

Robert Koleji burslu bitirip Hollanda’ya Tilburg Üniversitesi’ne ekonomi okumaya giden Tunceli Pülümür’den Mahir Gündoğdu bir beyaz atılı prens hikâyesi. 

Hollanda televizyonu Mahir ile bir röportaj yapmıştı, dağda, bayırda internet olmadığı için kitap okuyarak kendini geliştirdiğini söylemişti Mahir. 

Tarım makinelerinin giderek internete bağlı olduğu ya da dönümlerce büyüklükteki arazide çalışanın sıkılmaması için ekranların yerleştirildiği tarım makinelerini gördüğümüz bir dünyada yaşıyoruz. Toprağın nem oranını ölçüp, uzaktan sulamayı ona göre ayarlayan sistemlerin ya da hayvancılıkta akıllı sürü yönetimi denilen ve tamamen internet üzerinden gelişim, sorun, hayvan başı verimin belirlendiği bir çağdayız. 

Manisa’daki neredeyse tüm bağ ve zeytinliklerde güvenlik kameralarıyla kontrol ediliyor bahçeler. Dünyanın en önemli tarım makinesi üreticilerinden biri uydu bağlantılı, arazi dengeleme modülü, ilaçlama başta olmak üzere sıra atlamasını engellemek üzere otomatik dönüş otomasyonu üretip satıyor. Daha çok örnek var ama kesin olan şey şu: Güçlü ve kırsalda da etkin bir internet altyapısı olmadan daha çok verim ya da genç tarım nüfusuna ulaşmak mümkün olmayacak. 

Tüm bunları yazıyorum ama küçükbaş hayvancılıkta olmazsa olmaz gerçek meralarımızı korumak. Mera alanlarımız giderek azalıyor ve gelecekte Türkiye toprakları küçükbaş hayvancılık için de uygun olmaktan çıkabilir. 

***

Koyun eti neden pahalı sorusunun cevabı dolardaki artış değil. 

1980’de 48.6 milyon olan koyun sayımız bugün 44 milyon 688 bin. 

Nüfus neredeyse iki kat arttı ama hayvan sayımız azaldı. 

Bu durumun birinci sebebi hayvancılığın sosyal statüsünün giderek düşmesi, ikinci sebebi de çoban krizi. 

Sadece et değil, yapağı, kıl, tiftik üretimimiz de azalıyor her sene. 

Babasının orta büyüklükte sürüsü olan genç bir adam Manisa’daki beyaz eşya fabrikasında asgari ücretle işe başladı geçen sene. 

Sebebini sordum, sevdiği kızın ailesi hayvancılık yapan birine kızlarını vermek istememiş.  

Geldiğimiz yere bakar mısınız? 

İstanbul’da ya da bir ilde asgari ücretle iş sahibi olmak, sürü sahibi olmaktan daha önemli hale geldi. Yüzde 6.8 ve 40 yaş üzeri köy nüfusuyla, çoban, tarım teknikeri eksiği çekerken, iş bulmakta zorlanan ziraat mühendisleri yetiştirdikçe bu zinciri kıramayacağız. 

Türkiye’nin geleceği, Türkiye’nin kurtuluşu tarımda ama devletin boş bırakılan araziye müdahale etme yetkisi de yok, üretim planlaması yapma yetkisi de. 

Markette kilosu 130 lira olan  

Sultani kuru üzümü çiftçi yarı fiyatına çıkardı elden, acımasız aracılık düzeni ve ileride eksikliği canımızı yakacak su yasası başka bir dert. Ama en büyük derdi söyleyeyim, Bursa ve Balıkesir’den süt tankerleri her gün 200 kilometrelik bir alanda süt toplaması yapıyor. Tankerde taşınan süt kesilmesin diye bir de içine kimyasal ekleniyor. Dolara bağlı mazot parası, sağlıksız ürün yerine kooperatiflerle yerinde üretime geçmek nedense akıllara gelmemiş. 

Tarım ve hayvancılığı köylünün sırtına yıkmak yerine, bilimi eklemek ve üretimi artırmak gerek. Dönümde İspanya’nın 5’te biri kadar gübre kullanırken, bırakın artışı, verim kaybı yaşayacağız ve bu da bize enflasyon olarak dönecek. 

Köylünün verdiği oyu beğenmeyen parti genel başkanları, elitist olmayı marifet sayanlar, tarım ve hayvancılık olmazsa, oturur egolarınızı yersiniz evlerinizde... 

An’lar

1928, Eminönü: İstanbul’da boş olarak yakalaması en zor şey hiç şüphesiz. 1928’de de böyleymiş, bugün de aynısı geçerli.

Oy ile hatırladığımız çobanlar ve et fiyatları

1931, Unkapanı: Kurban Bayramı öncesi şehrin içerisinden geçen küçük bir sürü, düzen içerisinde sahibini takip eden kurbanlıklar.

Oy ile hatırladığımız çobanlar ve et fiyatları

1931, Rumelihisarı: Boğaz’ı yüzerek geçme yarışmasına dair çok eskilerden bir kare. O zamanlar 12 kişi katılmış yarışmaya, bugün binlerce kişi katılıyor.

Oy ile hatırladığımız çobanlar ve et fiyatları

Haftanın fotoğrafı

Oy ile hatırladığımız çobanlar ve et fiyatları

Kırımızı farklı: Kolombiya’dan on yıllarca boyunca kırmızısı belirgin fotoğraflar geldi. Uyuşturucu kartellerinin kendi aralarındaki, devletle yaşadığı çatışmalardaki kırmızı kanın kırmızısıydı. Bugün domates festivalinden kırmızı belirgin bir kare gelince şaşırıyor insan. Sokaklarda insanların toplu olarak öldürülmemesi kimseyi yanıltmamayı Uyuşturucu düzeni bir şekilde devam ediyor maalesef.