Tom ve Jerry’de kediyi tutanlardandım.
Tweety’ye sinir olanlardandım.
Gargamel’e bayılırım.
Darth Vader, o ebleh suratlı Luke’tan çok daha çekicidir.
Bu “kötü” karakterleri cazip kılan nedir?
Dalton’lar, Gaddar Kerim’ler, Kayser Söze’ler neden sevimli gelir?
Çünkü kötü bir renktir, meyvelerden elma değil çilektir.
Kötüye ihtiyaç vardır ki iyiliğin akı ışıldasın.
Savaşılacak bir gaye, temizlenecek bir maraz olsun.
İyisiz kötü, kötüsüz iyi olamayacağını söyleyen Manişeist dinler vardır.
Kelime kökenlerine bakacak olursak çok enteresan yerlere gideriz.
İngilizce evil’ın etimolojisi Hititlere dayanıyor. Huvapp kelimesine.
Bizdeki “kötü” eski Batı Türkçesinden türüyor. Kesin olmamakla birlikte “sakat, çolak” anlamına gelen kötiden. Kaşgarlı’ya göreyse Kıpçaklardan yadigar. “Geri, arka” anlamından türemiş.
Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde’de “iyi” kelimesinin çoğu dilde “güçlü” ya da “efendi” anlamlarından türediğini, kötünün ise kara, basit/süssüz gibi kelimelerle ilişkisinden bahseder. İyi; güzel ve muktedirdir. Kötü, zayıf, çirkin ya da hasta. Nietzsche’ye göre Eflatun ve Yahudi-Hıristiyan geleneği bunu tersyüz etmiş, güçsüzleri kutsayarak, köle zihniyetlilerin intikamını resmetmiştir.
Kelime arkeolojisinden tarihe geçelim.
***
Kötülük ilk çağlardan beri sorgulanmış.
Kimilerine göre hiç var olmadı.
Mesela Bahai inanışına göre kötü, iyiliğin eksilmesidir; karanlığın ışıksızlığı, soğuğun ıssızlığı gibi.
Kimi inançlara göre, kötü tanrıdan değil, yarattığı varlıklardan gelir.
Hatta, felsefede kötülük meselesini ilk irdeleyenlerden biri olan Epikür’ün meşhur paradoksu vardır:
“Tanrı, kötülüğü önleyebiliyorsa neden önlemez? İstemediği için mi parmağını oynatmaz? Eğer gücü varsa ve yapmıyorsa bu onu kötücül kılmaz mı? Gücü yetmiyorsa da ona tanrı dememiz doğru mudur?”
Teoloji ve felsefe, bunun gibi sorularla çok boğuşmuştur.
Leibniz gibi optimistler, tanrıya toz kondurmamış, Voltaire iyi dalgasını geçmiştir.
Ne olursa olsun, iyi ve kötünün savaşı, varoluş felsefelerine yansımış, Zerdüştlerde olduğu gibi iyi ve kötünün arasındaki savaş bize istikamet vermiştir: Hangi takımı tutacağız, kimi kral, kimi düşman belleyeceğiz gibi.
Yeri gelmişken söyleyeyim, Jane Austen kötülüğü, başkalarını görmemek olarak tanımlar. Ötekilerimize karşı kör olmak, empati yoksunluğudur kötülük. Bana göre Austen’inki en iyi tariflerden biridir.
***
Dönelim ilk soruya. Bugün, bizleri kötü karakterleri sevenler derneğine üye yapan nedir? Kötülük ne zamandan beri “in”?
Batıda, Byron ve arkadaşları, kötüyü kültleştirdi diyebiliriz. Onlarla vampirler, çirkin sülük olmaktan çıkıp cinsel birer varlık olarak rock starlaştılar. Yani 200 yıllık yeni bir modadan bahsediyoruz. Sonrasında Dostoyevsky ve Camus gibileri katilin beynine girip hiçbir cinayetin kusursuz olamayacağını kanıtladılar.
Bize de kötüyü sevmek kaldı. İyi, renksiz ve tuzsuz, kötü, ekşi ve acıydı.
Kötü karakterlere ihtiyacımız vardı zira düşmansız, haşaratsız, varoluş savaşı yoktu. Hikaye yoktu.
Kitaplarda ve filmlerde bu harp bitmedi çünkü iyi ve kötü, dışarıda, uzaklarda bir mefhum değil. Hepimizde iyi ve kötü var, Jung’un dediği gibi hepimizin bir gölgesi var- biz bunları ilkel hikayelerde dinleyince, ikilemlerimizle yüzleşiyoruz. Kötünün bastırılması ve iyinin kazanmasıyla rahatlıyoruz.
Ayrıca, Malthus’a katılıyorum: Kötülük insan yaratıcılığını ve verimliliğini kışkırtıyor, o yüzden kullanışlı bir günah.
***
Günümüzde kötülerin neden putlaştırıldığına gelince, narsizm ve nouveau nazizm çağına en çok bu yakışır.