Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’de telefonları dinlenenlerin sayısı giderek artıyor. Buna bağlı olarak telefon dinleyen görevlilerin sayısı da herhalde artıyor. Ben hep dinleyenleri merak ettim.
Düşünebiliyor musunuz, tanımadığınız bir insanın yaşamının en özel, en mahrem kıvrımlarına giriyorsunuz. Aylarca, sabahtan akşama dek o insanla birlikte yaşıyorsunuz. Böyle olunca dinleyen ile dinlenen arasında özel bir ilişkinin doğmamasına olanak var mı? Ne denli katı, görevine bağlı bir devlet memuru olursanız olun, bir sure sonra dinlediğiniz insanla bütünleşmeyi önleyebilir misiniz?
Birkaç yıl önce Alman yapımı bir film görmüştüm. “Başkalarının Yaşamı” adlı. Olay, birleşmeden önceki Doğu Almanya’da geçer. Doğu Alman gizli polisi Stasi kuşkulandığı herkesin, sanatçıların, aydınların telefonlarını dinler. Filmin kahramanı Stasi görevlisi Wiesler, bir oyun yazarını dinlemekle görevlidir. Wiesler ister istemez oyun yazarının özel yaşamına girer. Bir süre sonra oyun yazarıyla özdeşleşmeye baslar. Onun okuduğu kitapları okur, kız arkadaşıyla olan ilişkilerinin düzelmesine yardımcı olur. Wiesler, oyun yazarına yakınlaşırken, yaptığı işten de rahatsızlık duymaya baslar. Sonunda, oyun yazarına yardım eder ve polisin elinden kurtarır.
Bizim telekulakların duyarlılıklarının bu noktaya ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Ancak, toplumda bu konuda büyük bir tedirginlik bulunduğu, ama dinlemelerin daha çok iktidarla aynı görüşü paylaşmayanlar için söz konusu olduğu bir gerçek.
Sorunun birkaç yönü var: Bir kere, telefon dinlemelerinden sorumlu kurum, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) bağımsız bir kuruluş değil. Kurumun başkanı başbakan tarafından atanıyor. Anayasa Mahkemesi, ocak ayında, TİB Başkanı’nın Başbakan tarafından atanmasını Anayasa’ya aykırı buldu ve iptal etti. Ancak Başkan yerinde duruyor. TİB, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş olunca, gereken güveni veremiyor.
Telefon dinlemeleri özel yaşama müdahale olduğundan, son derece sağlam güvencelere bağlanması gerekir. Ceza Muhakemesi Kanunu dinlemeleri, yasada sayılan belirli suçlarla sınırlı olması, suç işlendiğine dair güçlü kuşkuların bulunması ve başka suretle kanıt elde edilememesi gibi istisnai durumlar için son çare olarak görüyor. Oysa bizde dinleme istisnai, son çare değil, genel bir uygulama.
Yasa, yargıcın izin kararında suçun türü, kişinin kimliği gibi bilgilerin belirtilmesini öngörüyor. Oysa çok kere yargıç, önüne gelen telefon numaraları dışında bir bilgi içermeyen listeleri onaylıyor.
Ayrıca yasa, dinlenen kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilirse, dinleme kayıtlarının yok edilmesini ve ilgiliye bilgi verilmesini istiyor. Yasanın bu gereği pek çok durumda yerine getirilmiyor.
Yargıç ve savcılarla ilgili izin taleplerinin Adalet Bakanlığı’na bağlı müfettişler tarafından yapılması başka bir sorun. Müfettişlerin yargıçlar üzerindeki yetkileri dikkate alındığında, yargıcın izin talebini reddetmesi güç gözüküyor.
Hükümet, toplumdaki dinlenme korkusunu giderecek önlemler üzerinde durduğunu belirtiyor. Bu yolda ciddi bir irade varsa, şunları yapabilir:
a) TİB’in bağımsız bir kurum olmasını sağlayabilir.
b) Avrupa Konseyi’nin “Bireylerin, Kişisel Bilgilerin Otomatik İşlem Görmesine Karşı Korunması Sözleşmesi”ne taraf olabilir. O zaman dinlemenin yasallığını denetleyen bağımsız bir organ kurması gerekecek. Avrupa Konseyi üyesi 47 devletten 41’i sözleşmeye taraf.
c) Müfettişlerin Adalet Bakanlığı’na değil, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’na bağlanması için gereken yasal değişikliği yapabilir.
Bu tür önlemler alınmadığı sürece, telefonda “Akşama ne yemek var?” dışında bir şey konuşmak güç gözüküyor.