Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2. Dairesi, 16.12.2008 tarihinde, Sırp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı ve Samatya Sırp Kevork Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı’nın açtığı davalarda, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verdi ve Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm etti. Hükümet, kararların üç ay içinde AİHM Büyük Dairesi’ne götürülmesini isteyebilir.
Cemaat vakıflarının taşınmaz mallara sahip olma hakkına ilişkin AİHM İçtihadı, Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye davasında (09.04.2007) oluşmuştu. Yukarıda sözü edilen iki dava Fener Rum Vakfı davasının aynı. O nedenle, AİHM her iki davada da Fener Rum kararına atıf yaparak aynı ilkeleri yineliyor. Sonuç da doğal olarak aynı.

Eski malik yoksa Hazine’ye
Bütün bu davalarda temel sorun, Osmanlı döneminde kurulan cemaat vakıflarının taşınmaz edinme hakları. Her üç vakfa da 1950’li ve 60’lı yıllarda bazı taşınmaz mallar bağışlanıyor. Bu taşınmazlar vakfın mülkiyetine geçiyor. 1990’lı yıllarda Hazine, cemaat vakıflarının taşınmaz mallara sahip olamayacaklarını ileri sürerek tapu iptali davası açıyor. Davayı kazanıyor. Taşınmaz mallar vakıfların elinden alınarak eski sahiplerine iade ediliyor. Eski malik yoksa Hazine’ye kalıyor.
Türk mahkemelerinin kararları 1974 yılındaki Yargıtay kararına dayanıyor. Yargıtay bu kararıyla 1936 yılında cemaat vakıflarının yaptıkları bildirime yeni bir yorum getiriyor. 1935 yılında kabul edilen bir yasa, cemaat vakıfları temsilcilerinin vakıf gelirleri ve giderleri, temsil yetkilerini nereden aldıkları gibi konulara ilişkin bir bildirimde bulunmalarını öngörüyor.
Bu bildirimler 1936 yılında yapılıyor. 1974 yılında Yargıtay, 1936 bildirimlerinin vakfın kurucu senedi niteliği taşıdığı, vakıfların bu bildirimde yer alan taşınmazlar dışında başka taşınmaz mal edinemeyecekleri yolunda bir karar veriyor. Yargıtay, kararda bir de “Türk olmayan tüzel kişiler” gibi bir ifade kullanıyor. Oysa, bu vakıflar Türk vakfı.

Tescil edilirken itiraz edilmemişti
AİHM, her üç davada ihlal kararı verirken şu görüşlere dayanıyor:
1. 1935 yasası hiçbir şekilde 1936 bildiriminde yer almayan taşınmazlara malik olma konusunda bir yasak getirmemekte. Nasıl ki, bağışlanan taşınmazlar, vakıf adına tescil edilirken hiçbir resmi makam itiraz etmemişti.
2. 1950’lerde taşınmazlar tapuya tescil edilirken, cemaat vakıfları, Türk yasaları gereğince, malik olduklarına inanıyorlardı. Hukuk güvenliği bakımından bu iyi niyetin korunması gerekir.
3. Başvurucuların, 35-40 yıl yasal olarak taşınmazlara malik olduktan ve vergilerini ödedikten sonra, yasanın yeni bir yorumu sonucu mülkiyet haklarından yoksun bırakılmaları öngörülebilen bir durum değil. Yasaların öngörülebilir olması koşulunu karşılamamakta.
Bu düşüncelerle AİHM her üç davada da mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

Vakıflar Yasası’nda 3 değişiklik
Türkiye Vakıflar Yasası’nda 2002-2003 ve 2008 yıllarında üç değişiklik yaptı. AİHM kararlarında bu değişiklikleri de inceliyor. 2002 ve 2003 değişiklikleri cemaat vakıflarının taşınmaz edinme haklarını düzenliyor. Ancak, geçmişte ellerinden alınan taşınmazları kapsamadığından AİHM’de açılan davalar bakımından yetersiz kalıyor.
2008 yılında yapılan değişiklik ise, cemaat vakıflarının elinden alınan taşınmazların iadesini öngörüyor. AİHM bu değişikliği ilke olarak kabul ediyor. Ancak, hükümet iade konusunda hiçbir örnek gösteremediği için, AİHM, yasa değişikliğini bu davalar bakımından etkili bir iç yargı yolu olmadığına karar veriyor. Hükümet örnek gösterebilirse, AİHM yasa değişikliğini etkili bir iç yargı yolu olarak kabul edebilir. Ancak, Ermeni Vakfı davasında taşınmaz 3. kişiye satıldığından iadesi olanaksız. Bu gibi durumlar için yasa tazminat öngörmüyor.
Burada altı çizilmesi gereken nokta şu: AİHM açısından davacı vakıfların etnik özellikleri önem taşımıyor. Nasıl ki, ayrımcılıkla ilgili şikâyeti AİHM reddediyor. AİHM önüne gelen hukuki soruna bir çözüm getiriyor. Bizim de bu konulara salt hukuk açısından bakabilmemiz gerekir.