Kısa pantolonlu bir çocukken seyrettiğim ilk futbol maçından bu yana futbol benim için büyüleyici bir olay oldu. İlk seyrettiğim maç Galatasaray’ın bir İngiliz takımıyla Dolmabahçe Stadı’nda oynadığı maçtı. Oyun bittikten sonra dayım ve bir arkadaşıyla soyunma odasına gittik. Dayımın arkadaşı Gündüz Kılıç’ın da arkadaşıydı. Gündüz’ü kutladık. “Ne kadar iyi kafaya çıkıyorsunuz” gibi bir şeyler söylediğimi, Gündüz’ün de başımı okşadığını hayal meyal anımsıyorum.
Futbol ve Galatasaray benim için her zaman önemli oldu. Ortaokulda ilk futbol ayakkabılarıma kavuştuğumda, bütün gün evin içinde kramponla dolaşmam; Baba Gündüz ile Suadiye Plajı’ndaki konuşmalar; Hasnun Galip Sokak’a gidişlerim; kapalı tribünün sol tarafına sıkışmış bir avuç GS taraftarıyla her maçta sesim kısılana dek bağırmalar; Turgay, Kamil, Tayyar, B. Ali, Saim, Coşkun, İsfendiyar, Suat, Metin, Kadri, K. Ali’li kadronun parçalı formalarıyla sahaya çıktığında duyduğum inanılmaz heyecan; oynadığım ve seyrettiğim maçlar çocukluğumun en güzel anıları arasında.
Futbolun yeni boyutları
Hâlâ GS’nin maçlarını seyrederken aynı heyecanı duyarım. GS’nin maçını seyretmek benim için çocukluğuma yapılan bir gezi. Çocukluk yıllarına bir geri dönüş.
O zamandan bu yana pek çok şey değişti. Futbolun dünyadaki, toplumlardaki yeri de değişti. Futbol yeni toplumsal, siyasal, ekonomik boyutlar kazandı. Salt futbolun geçirdiği gelişmelere bakarak bir dünya tarihi yazmak olanağı var.
GS’de bu yıl, bir Brezilyalı, iki Afrika asıllı Fransız, bir Avustralyalı, bir İsveçli, bir Arjantinli oynuyor. Takımı bir Hollandalı çalıştırıyor. Türk futbolcuları ve antrenörleri dünyanın her yanına dağılmış durumda. Futbol takımları neredeyse kendi ülkelerinin takımları kadar yabancı takımlarla oynuyorlar.
Avrupa, bir futbol ağıyla örülmüş durumda. Şampiyonlar Ligi, UEFA Kupası, Spor Toto turnuvası derken, hemen her takım yabancı takımlarla maç yapmak olanağı buluyor. Bu durum, hem gelirleri artırıyor, hem de standartları yükseltiyor. Öte yandan, kulüpler el değiştiriyor.
Kabileci kimlik olmamalı
Bir Rus işadamı bir İngiliz kulübünü satın alıyor. Bütün bunların gösterdiği bir şey var: Küreselleşme futbola da yansıyor. Kulüpler büyümek, küreselleşmeye ayak uydurmak zorundalar. Sadece kendi sınırları içinde kalan kulüpler ile küreselleşmeye uyum sağlayanlar arasındaki farkın giderek açılması kaçınılmaz.
Bunun yanında, futbol aynı zamanda bir türlü kabilecilik doğuruyor. Kulüp taraftarları, başka kulüplerin taraftarlarını düşman olarak görüyor, saldırgan duygular besliyor. O nedenle, günümüzde futbol, içinde şiddeti barındırıyor.
Futbolun taraftarlara verdiği kabileci kimlik barışçıl bir kimlik değil. Stadyumlar, yalnızlığın, yoksulluğun, umutsuzluğun, öfkenin açığa vurulduğu yerler.
Ama gerçek dünyada da böyle değil mi? Küreselleşmenin getirdiği bütünleşmeyle etnik, dinsel bölünmeler bir arada yürüyor.
Hayatın parçası ve barış
Futbol uluslararası ilişkileri de etkiliyor. Ulusal maçlar, ulusal marşların söylendiği, ulusal bayrakların dalgalandığı, ulusal heyecanın bütün yurdu sardığı, sonuca göre, ulusal bir üzüntünün ya da sevincin dalga dalga yayıldığı tek olay. Ulusların yaşamlarında buna benzeyen başka bir olay yok.
Bu yüzden devletler arasında savaş çıkabiliyor. Ya da barış gelebiliyor. Türkiye-Ermenistan maçı futbolun nasıl barış getirebileceğini gösteren bir deneyim: Bu maçla iki ülkenin halkına bir dostluk mesajı veriliyor.
Mesajda söylenen şu: Önemli olan, sonuç değil, iki ülkenin oyuncularının bir spor olayında yan yana gelerek mücadele etmeleri. Oyuncular da, cumhurbaşkanları da birer simge. cumhurbaşkanları ve oyuncular yan yana gelebiliyorsa, halklar da yan yana gelip dost olabilirler.
Futbol, yaşantımızın bir parçası. O nedenle futbolu, uluslar ve insanlar arasında dostluk, barış aracı olarak kullanmanın yollarını bulabilmeliyiz.