İsviçre 29 Kasım’da yapılan referandumda, % 57,5 çoğunlukla bundan böyle yeni minare yapılmasının yasaklanmasını kabul etti. Yasak İsviçre dışında pek çok eleştirildi.
Bu olay temel hak ve özgürlüklere ilişkin konularda referanduma gidilmesinin ne denli yanlış olduğunu bir kere daha gösterdi. Ne var ki, doğrudan demokrasi ile yönetilen İsviçre’de referandumlar sistemin bir parçası. Belirli bir sayıda imza toplanınca referandum gerçekleşiyor. Ancak her şeyin küreselleştiği bir dünyada, doğrudan demokrasi İsviçre’nin değişen koşullara ayak uydurmasını güçleştiriyor. İsviçre’yi, dağlar arasına sıkışmış, Avrupa’dan kopuk tuhaf bir ülke yapıyor.
Basında çıkan haberlere göre, Yeşiller Partisi, konuyu AIHM’ye götürecek. Yasağın AIHM’ye getirilmesi iyi olur. Ama Yeşiller Partisi tarafından değil. AIHM’de doğrudan zarar gören ve bu nedenle “mağdur” statüsüne sahip olanlar dava açabilir. Yeşiller Partisi yasaktan zarar görmüyor. Mağdur statüsüne sahip değil. Bunun için, davanın, yasaktan doğrudan etkilenen İsviçreli Müslümanlar tarafından açılması daha doğru olur.
Hasan ve Çavuş - Bulgaristan davasında, Bulgaristan hükümeti, Bulgaristan’daki Müslüman Türklerin seçtiği Müftüyü işten alır. Yerine kendi istediği müftüyü atar. AİHM, bu davada Bulgaristan’ın sözleşmenin din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin 9. maddeyi ihlal ettiğine karar verdi.
AIHM bu kararında, dinsel cemaatlerin varlığının demokratik toplumlarda çoğulculuğun vazgeçilmez bir koşulu olduğunu söyler ve “Din özgürlüğü, bir cemaatin, devletin keyfi bir müdahalesi olmadan inançların serbestçe yerine getirilmesini kapsar“ der.
AIHM bakımından önemli olan bir ilke, dinsel inançlar karşısında devletin tarafsız olması... Ama devletin tarafsız olması yeterli değil. Devlet yapılacak başka keyfi müdahaleleri önlemekle de yükümlü. Ayrıca, devlet belirli bir dine mensup insanlara ibadet edebilecekleri yerleri göstermekle görevli. Manoussakis-Yunanistan davasında AIHM, Yunan hükümetinin Yehova Şahitleri’ne ibadet edecek yerle ilgili izin vermediği için 9. maddeyi ihlal ettiği sonucuna varmıştı.
Bu ilkeleri, İsviçre olayına uyguladığımızda şu sonuçlara varabiliriz:
Yeni minare yapılması yasağı, din özgürlüğüne yapılan bir müdahale niteliğinde. Minare, caminin ayrılmaz bir parçası. O nedenle getirilen yasak gerçekte camilere getirilmiş bir yasak...
Devletin kamu çıkarı nedeniyle, din özgürlüğüne sınırlama getirebileceğini AIHM kabul ediyor. Örneğin camilerin yapılacağı yerlerin kent planlamasına uygun olması anlaşılır bir şey. Ancak bu sınırlamaların keyfi olmaması ve belirli bir dinsel cemaati hedef almaması gerekli.
Oysa, İsviçre’deki yasak bütün camileri kapsayan ve belirli bir dini hedef alan genel bir yasak. Bu sınırlamayı haklı gösteren bir kamu çıkarı yok. O nedenle bu müdahalenin AIHM’nin “demokratik bir toplum için gereklilik” koşuluna uygun olduğu söylenemez. Bu tür bir müdahale orantılı da değil. Dolayısıyla, yasak kararı sözleşmenin din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin 9. maddesini ihlal etmekte.
Ayrıca sorunun bir de ayrımcılık yönü var. Yasağın sadece Müslümanları kapsaması, İsviçre’deki diğer dinsel cemaatler için ibadet yerleri yapımının serbest olması, dinlere karşı eşit davranılmadığını ortaya koyuyor. Devletin bütün dinlere eşit mesafede bulunmadığını gösteriyor. Bu nedenle sözleşmenin ayrımcılığı yasaklayan 14. maddesi de ihlal edilmiş oluyor.
Söz konusu yasaklama İsviçre’de Müslüman toplumunu dışlayan, onların İsviçre toplumu ile bütünleşmesini önleyen, Müslümanları kırgın ve içine dönük bir toplum olarak yaşamak zorunda bırakan, gettolaşmayı teşvik eden bir karar. Bu bakımdan, İsviçre’nin kamu düzeni açısından da sakıncalar doğuruyor. Bu tür yasakların diğer Avrupa ülkelerine de yayılması ise daha büyük tehlikelere yol açar. O nedenle İsviçre’nin bu yasağın uygulanmaması için gerekli önlemleri alması en doğru çözüm olacak.