İnsanların duygularını kontrol etmeleri, böyle bir kontrol mekanizmasının kimliklerinin bir parçası haline gelmesi, uygarlık tarihinin gelişmesine paralel bir gelişme gösterir.
Fiziksel güç kullanmanın devlet tekelinde olmadığı, herkesin güç kullanma yetkisine sahip bulunduğu, dolayısıyla yaşamın sürekli tehdit altında olduğu ilkel toplumlarda duygular üzerinde hiçbir sınırlama olmadığını görüyoruz.
İnsanlar en büyük sevinçlerden, en büyük kızgınlıklara kolaylıkla geçebiliyor, sevmediği, nefret ettiği öteki insanları güç kullanarak ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Toplumsal yaşam
Onlar duygularını değil, duyguları onları kontrol ediyor. En güçlü olan, duygularını istediği gibi ortaya dökme lüksüne sahip.
Ancak, güç kullanmanın devlet tekeline girip, bireylerin güç kullanmalarının yasaklanmasıyla, birey sürekli bir tehdit altında yaşamaktan kurtuluyor.
Bununla birlikte insan ilişkileri değişiyor. İnsanlararası ilişkiler barışçı bir nitelik kazanıyor. İnsanlar duygularını daha ılımlı biçimlerde ifade etmeye başlıyorlar. Farklı duygular arasında çok ani geçişler olmuyor. İnsanlar daha az feveran ediyor.
Toplumsal yaşamın karmaşık bir iş bölümüne dayanması, toplumsal fonksiyonların farklılaşması, bireyin toplum içindeki davranışlarıni etkiliyor. Bireylerin öteki bireylere karşı daha saygılı, daha nazik, daha istikrarlı davranmalarına yol açıyor.
Bireylere duygularını kontrol etme zorunluluğu getiriyor. Çocuklara duygularını kontrol etme gereği, küçük yaşta öğretiliyor. Kimliklerinin bir parçası oluyor. Birey, belirli bir anın etkisiyle duyduğu duygusal tepkiyi dışarı vurmayarak istikrarlı bir kişilik muhafaza etmeyi öğreniyor.
Kurallara uymak
Toplumdaki iş bölümü gereği, toplumu yönetme görevini üstlenenlerin, diğer bireylere göreli olarak daha güçlü bir otokontrol mekanizmasına sahip olmaları bekleniyor. Bu, üstlendikleri görevin bir koşulu.
Uluslararası ilişkilerde de paralel bir gelişme görüyoruz. Uluslararası ilişkilerde de anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözülmesi, silah kullanılmamasının önlenmesi yönünde sürekli bir çaba var. Güç kullanılmasının Birleşmiş Milletler’in tekelinde olması, devletlerin birbirlerine güç kullanmalarının yasaklanması isteniyor. Ama uluslararası toplum insan toplumlarına göreli olarak çok daha ilkel bir aşamada.
Uluslararası toplumun bütün bu çabalarının odaklandığı nokta, uluslararası konferanslar ve uluslararası örgütler. Konferanslar ve örgütler aracılığıyla uluslararası toplum küreselleşen bir dünyanın sorunlarına ortak çözümler arıyor.
1815 Viyana Konferansı’ndan bu yana toplanan uluslararası konferanslar yoluyla bütün uluslararası toplumun kabul ettiği bir uluslararası davranış kodu oluştu. Bu davranış kurallarının bütünü uluslararası toplumun örf ve âdet kuralları niteliği taşıyor.
Yazılı olsa da, olmasa da toplantılar bu kurallara göre yürütülüyor. Bütün katılımcılar bu kurallara uyuyor.
Bu kuralların temelinde, devletlerin eşitliği, egemenliği, toplantıda devleti temsil edenlerin karşılıklı saygı ve nezaket kuralları çerçevesinde davranmaları yatıyor. Örneğin, başkan söz vermeden konuşulmuyor ya da tanınan süreye uyuluyor.
İçerikte kararlılık
Bugün uluslararası ilişkiler sadece diplomatlar aracalığıyla yürütülmüyor. İlişkiler çok karmaşık nitelik kazandığından, siyasetçiler, uzmanlar da oyunun asli oyuncuları. O nedenle, uluslararası toplantılarda, örf ve âdetten kaynaklanan kurallar sadece diplomatlar için değil devleti temsil eden herkes için geçerli.
Bu kurallar objektif kurallar niteliği taşıdığından, toplantıya katılan başka bir temsilcinin kurallara aykırı davranması, aynı biçimde davranma hakkını vermiyor.
Devletlerin çıkarları, onuru elbette çok önemli. Bir devleti temsil edenin görevi bunları korumak. Ama ülkenin çıkarlarını korumanın en iyi yolu kurallar dışına çıkan ateşli davranışlardan çok içerik olarak kararlı fakat uluslararası toplantı kurallarına uygun söz ve davranışlardan geçiyor.
Kadife eldivenin içindeki demir yumruk, diplomasideki en etkili silah. Demir eldivenin içindeki kadife yumruk ise çoğunlukla ters sonuçlar doğuruyor.