Atilla Olgaç 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılmış. 38 yıl sonra, günlerden bir gün, televizyonda arkasına yaslanıp, gözlerini kısarak ve biraz da kasılarak askeri harekât sırasında 10 kişiyi öldürdüğünü, bunlardan birinin de 19 yaşında elleri bağlı bir Rum esir olduğunu söyleyiverdi. Kıbrıs Rum tarafında ve Atina’da kıyamet kopunca da “Senaryo yazıyordum, senaryo ile gerçeği karıştırdım” dedi. Söylediklerinin gerçek olmadığına yemin etti. Doğu Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden biri “Ben onu tanıyorum. Harekât sırasında mutfakta patates soyuyordu” dedi.
Türkiye, bu kez doğru bir şey yaptı. Olgaç’la ilgili olarak savcılık, savaş suçu nedeniyle soruşturma açtı. Olgaç’ın söylediklerinin hangisinin doğru olduğu soruşturma ve gerekirse yargılama sonucu anlaşılacak.
Hukuk açısından sorunun iki yönü var:
Olgaç’ın sözlerinin savaş hukuku ve insan hakları hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar.
Savaş hukuku açısından, savaş esirinin öldürülmesi açık bir savaş suçu. Savaş hukukunu düzenleyen 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nden üçüncüsü, Savaş Esirlerine Yapılacak İşlemlere ilişkin. Bu sözleşmenin 3. maddesine göre, savaşan devletler, savaş esirlerine insanca davranmakla yükümlü. Aynı madde savaş esirlerinin yaşamlarına yönelik şiddet kullanılmasını kesin olarak yasaklıyor. Bu yasağa uymayanlar savaş suçlusu.
Türkiye’de yargılanması gerek
Savaş suçları, soykırım, insanlığa karşı suçlar gibi insanlığın temel değerlerine yönelik ve bütün uluslararası topluma karşı işlenmiş suçlar olarak kabul ediliyor. O nedenle, devletlerin savaş suçlarını suç olarak kabul edip etmemek gibi bir yetkileri bulunmamakta. Bütün devletlerin bu tür suçlarla ilgili yükümlülükleri var. Modern uluslararası ceza hukukunda devletler bu tür suçlarla ilgili evrensel yargı yetkisine sahip. Başka bir deyişle, suçu işleyen kendi vatandaşı olmasa ya da suç kendi ülkesinde işlenmemiş olsa bile, devletler savaş suçlusunun yakaladıkları takdirde yargılayabilirler.
Sayın Olgaç’la ilgili soruşturma olumlu sonuçlanırsa, Türkiye’de yargılanması gerekecek. Askeri Ceza Yasası’nda bu yargılamaya esas olacak hükümler var.
Savaş suçları Lahey’de kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de yetkisine giriyor. Ancak Atilla Olgaç’ın orada yargılanması güç. Bir kere Türkiye Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Sözleşmesi’ne taraf değil. Taraf olsa bile, mahkemenin yetkisi taraf olduktan sonra meydana gelen olaylarla sınırlı. Kaldı ki, mahkemenin yetkisi ulusal yargı organlarının yetkisini tamamlayıcı nitelikte.
Soruşturma eksiksiz olmak zorunda
Atilla Olgaç’ın öldürdüğünü söylediği diğer 9 kişi savaşan asker değil sivil ise, o zaman onlar bakımından da ayrı bir savaş suçu işlemiş olacak.
İnsan hakları hukuku açısından ise, Türkiye’ye karşı AİHM’de dava açma olanağı var. Bu Kıbrıs Rum yönetimi tarafından açılacak bir devlet davası olabileceği gibi, öldürülenlerin aileleri tarafından yapılacak bireysel başvuru da olabilir. Ancak, Kıbrıs Rum yönetimi tarafından Türkiye’ye karşı açılan ve 2001 Mayıs’ında karara bağlanan 4. başvurusunda, AİHM, Rum yönetiminin 1485 kayıp kişiye ilişkin şikâyetini incelemiş ve Türkiye bu konuda etkili bir soruşturma yapmadığı için, sözleşmenin 2. maddesinin ihlaline karar vermişti. Şimdi açılacak dava, bu eski davanın yinelenmesi niteliğini taşırsa, AİHM tarafından reddedilir.
Öte yandan, ölenlerin aileleri bireysel başvuru yapabilirler. Türk askerinin fiillerinden Türkiye sorumlu. Ancak, her iki davada da olaylar, Türkiye’nin bireysel başvuru hakkını kabul ettiği 1987 tarihinden önce meydana geldiği için, AİHM, Türkiye’nin ölümlerden sorumlu olduğu şikâyetini reddeder. Yalnızca, Türkiye’nin etkili bir soruşturma yapıp yapmadığı konusunu inceler. Savcılığın Atilla Olgaç’la ilgili olarak açtığı soruşturma bu bakımdan önem taşıyor. Soruşturmanın, etkisiz olduğu eleştirilerini önleyecek biçimde, özenle, eksiksiz olarak yürütülmesi gerekir.
Atilla Olgaç’ın kuyuya attığı taşın çıkarılması epeyce zaman ve çabaya ihtiyaç gösterecek.