Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu Türkiye’de basın özgürlüğü sorunundan söz ediyor. Genelde AKP’yi destekleyen, Economist gibi, Batı basını da aynı kaygıları dile getiriyor. AB İnsan Hakları Alt Komisyonu, Türkiye’deki You-Tube yasağını eleştiriyor. Belli ki bir sorun var. Sorun Sayın Başbakan’ın “beni eleştiren gazeteleri almayın” türünden beyanları, hükümetin hoşuna gitmeyen gazetelerin gazetecilerinin Başbakanlık akreditasyonlarının iptali, internet sansürü gibi tutumlardan kaynaklanıyor.
AIHM’ye göre, özgür bir basın, demokrasilerin işlemesinde temel bir role sahip. Demokrasinin bekçisi. Basının sorumlulukları da var. Özellikle kişilik haklarına saygı gösterilmesi, hakaret, sövmeye varan yayınlar yapılmaması bu sorumlulukların başında geliyor.

Özgürlük, abartmayı kapsar

Basının görevi, kamuoyunu ilgilendiren bütün konularda bilgi vermek. Kamuoyunun da bilgilendirilme hakkı var. Kamuoyuna verilen bilgilerin yüzde yüz doğru olması gerekmiyor. AİHM’nin Prager ve Oberschlick/Avusturya davasında (1995) belirttiği gibi, basın özgürlüğü belirli bir ölçüde abartmayı, hatta tahrik etmeyi de kapsıyor.
AİHM, Lingens/Avusturya davasında (1986) ve onu izleyen pek çok davada, siyasal tartışma özgürlüğünün demokratik bir toplumun temelini oluşturduğunu, siyasetçileri eleştirme sınırının öteki bireylere göreli olarak daha geniş olduğunu, siyasetçilerin siyasete girmekle her söz ve davranışlarının basınla kamuoyu tarafından yakından incelenmesini kabul ettiklerini, dolayısıyla daha geniş bir hoşgörüye sahip olmaları gerektiğini söyler. Castells/İspanya davasında (1992) ise AİHM bir adım daha atar ve hükümeti eleştirme sınırının siyasetçiye oranla daha da geniş olduğunu ileri sürer.

Her konuda kanıt istenemez

AİHM, basın özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin haklı olup olmadığını incelerken, olgular (vakıalar) ve değer yargıları arasında bir ayrım yapar. Olgular kanıtlanabilir. Oysa, değer yargıları kanıtlanamaz. Değer yargılarının kanıtlanmasını istemek, basın özgürlüğüne aykırı olur. Ancak, değer yargılarının da tamamen temelsiz olmaması gerekir.
Öte yandan, kamuoyunu ilgilendiren bir konuya ilişkin her olgunun kanıtlanmasını istemek, basın özgürlüğüyle bağdaşmaz. Özellikle, basının kaynağını açıklamak istemediği olguların kanıtlanması istenemez.
Öyle durumlar vardır ki, basına herhangi bir yaptırım uygulanmamasına karşın, yapılan müdahale, basın üzerinde “caydırıcı bir etkiye”, bir otosansüre yol açacağından ifade ve basın özgürlüğünü ihlal edebilir. Bu konuda, AİHM’nin pek çok kararı var. (Steur/Hollanda 2003 kararı)

AB ile arada çok mesafe var

Bu açıdan baktığımızda, bazı genç gazetecilerin Başbakan’ı ya da hükümeti eleştiren, hoşlarına gitmeyen yazılar yazdıkları için Başbakanlık akreditasyonlarının iptali, basın üzerinde caydırıcı bir etki yaratarak basın özgürlüğünü sınırlamaz mı? Bu gazeteciler bazen yanlış da yapsalar, kasıtlı olmadıkları sürece, akreditasyonlarının iptalini basın özgürlüğüyle bağdaştırmak güç. Nasıl ki, ABD Yüksek Mahkemesi, New York Times/Sullivan davasında, ifade özgürlüğünün soluk alma alanına sahip olması ve yaşayabilmesi için, yanlış beyanların bile korunması gerektiğine karar verdi.
Yukarıda değinilen ortak standartları Türkiye’ye uyguladığımızda, basın özgürlüğü sorununun nereden kaynaklandığı, Sınır Tanımayan Gazeteciler’in basın ögürlüğü sıralamasında 166 devlet arasında Türkiye’nin neden 115’inci sırada olduğunu ve listedeki en sonuncu Batılı ülke İtalya (53’üncü) ile Türkiye arasında neden 62 devlet fark bulunduğu anlaşılıyor.