Rıza Türmen

Rıza Türmen

rturmen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sn. Ahmet Davutoğlu’nun konulara bakış açısı, zekâsı, yumuşak üslubu, esnekliği, eleştirilere açık olması, dış politika vizyonu, derinliği onu başarılı bir Dışişleri Bakanı yapıyor.
Sn. Davutoğlu’nun dış politika anlayışının düşünsel temellerini “Stratejik Derinlik” adlı kitabında bulma olanağı var. Gerçi dış politikanın gündelik gereksinimlerinin kitaptaki akademik görüşlerin uygulanmasına izin vermeyeceği ileri sürülebilir. Ancak, Sn. Davutoğlu’nun dış politikaya akademik kişiliğiyle uygulayıcı kişiliğini birleştiren yaklaşımı kitabında ileri sürdüğü görüşler üzerinde ciddilikle durulmasını gerektiriyor.

Kitaptaki görüşler

Sayın Bakan’ın kitabında yer alan görüşler ana çizgileriyle şöyle:
* AB, Batı medeniyetinin yeni-gelenekçi tepkisi niteliğindedir. Avrupa’da Roma-Cermen İmparatorluğu’nu yeniden kurmaya çalışmaktadır. Batı medeniyeti sonuna yaklaşmıştır. Bu nedenle AB içe kapanma eğilimi göstermekte ve Türkiye’yi dışlamaktadır.
* “İslam medeniyet havzası” ciddi bir uyanış içindedir.
* Türkiye batı-dışı son medeniyet olan Osmanlı medeniyetinin mirasçısıdır.
* Türkiye’de yaşanan en temel çelişki, bir medeniyet çevresine merkez olmuş bir toplumun, siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak ettirilmesi ve bunun doğurduğu uyum problemidir. Toplumu istediği anda, istediği kararla değişecek bir yığın olarak görmek, tek boyutlu bir dogmatizme yönelmek neo-oryantalist bir tavırdır.
* Türkiye, tarihi birikimiyle stratejik derinliğini birleştirerek yeni bir medeniyet sentezi ve açılımını gerçekleştirebilir.

Uygarlığın tanımı güç

Sn. Davutoğlu’nun kitabında “medeniyet” kavramının değişik anlamlarda kullanıldığını görüyoruz. Batı ve İslam uygarlıkları yanında Osmanlı, Afrika medeniyetlerinden de söz ediliyor. Uygarlığın üzerinde görüş birliği bulunan bir tanımını vermek güç. Braudel, uygarlığı barbarlığın karşıtı olarak tanımlar. Norbert Elias’a göre ise uygarlık bir davranış kodu.
Avrupa uygarlığı, Yunan, Roma, Yahudi, Hıristiyan, İslam düşüncelerinden kendine özgü bir uygarlık üretti. Hümanizma, akılcılık, bilim, demokrasi, hukuk devleti gibi değerlere dayanan bu uygarlık bütün dünyaya yayıldı ve evrenselleşti. Bu uygarlığın, insanlık tarihinin şimdiye dek ulaştığı en ileri gelişme noktası olmasına karşın eleştirilebilecek pek çok yanı da var. Sömürgecilik, ırkçılık, Yahudi soykırımı da bu uygarlığın ürünleri.
Ne var ki, bütün bu sorunların önlemlerini yine Batı uygarlığı içinde bulabiliriz. II. Dünya Savaşı’ndaki kitlesel insan hakları ihlallerinin yinelenmesini önlemek için etkili bir insan hakları sistemi kurulması gibi.
Batı uygarlığı bugün için de geçerliliğini koruyor. Zaman içinde değişerek, kendini eleştirerek yoluna devam ediyor. Zaten uygarlık, birikimleri üzerinde ilerleyerek gelişir.

AB projesinin önemi

Sayın Davutoğlu’nun kitabındaki görüşlerden ayrıldığım temel nokta şu:
Günümüzde, geçmişte kalan uygarlıkların, örneğin İslam uygarlığının yeniden doğarak Batı uygarlığının yerini alması gibi bir süreç gözükmüyor. Batı uygarlığı, uluslararası, kozmopolit bir uygarlık. Bugün bir Türk öğretim görevlisi ABD’ye ya da Japonya’ya gidip Spinoza ya da kök hücre üzerine konferans verebilir. Ya da Hintli bir şefin yönettiği New York Filarmoni Orkestrası Dubai’de bir konser verebilir. Siyasal, entelektüel ya da bilimsel anlamda, uluslararası toplumun paylaştığı, kendine özgü değerleri, buluşları, klasikleri olan başka bir uygarlıktan söz etmek güç.
Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurulma nedeni, kendi kültürel değerlerini koruyarak, bu uygarlığın içinde yer almak. AB projesinin Türkiye bakımından anlamı ve önemi bu.
Türk dış politikasının bölgede barışı sağlamak, komşuları ile anlaşmazlıklara son vermek yönünde gösterdiği çabalar olumlu, desteklenmesi gereken girişimler. Ancak, bunlar olup biterken Türkiye’nin dünyadaki yeri konusunda Cumhuriyet kurulurken yapılan temel tercihi gözden kaçırmamak gerekir.