Samed Karagöz

Samed Karagöz

samedkaragoz@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Küratör Nicolas Bourriaud’nun İstanbul Bienali için belirlediği “Yedinci Kıta” temasını ilk açıklandığı tarihte çok beğenmiştim ancak etkileyici işlere rağmen İstanbul Bienali’ni yeterince sanatsal bulmadığımı belirtmem gerekiyor

16. İstanbul Bienali’nin son günlerindeyiz. 14 Eylül’de açılan bienal 10 Kasım’a kadar ziyaret edilebilir. Bu yılki edisyonu birkaç kez farklı vesilelerle ve çeşitli zamanlarda gezme imkanım oldu. Hemen her seferinde farklı hisler yaşattı bienal bana.

Bienalde ana mekan olarak Tersane İstanbul planlanmıştı. Hatta kurulum bile başlamıştı ama devam eden inşaat ve tehlikeli maddelerden dolayı bienalin mekanı değişmek zorunda kaldı. Böylelikle yıllardır açılmasını beklediğimiz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim-Heykel Müzesi binası yeni mekan olarak kararlaştırıldı ve bizim de binayı görme imkanımız oldu. Gerçekten son derece etkileyici bir müze binası ortaya çıkmış. Martta yapılacak resmi açılışı daha büyük merakla beklemeye devam edeceğiz.

Küratör Nicolas Bourriaud’nun İstanbul Bienali için belirlediği “Yedinci Kıta” temasını ilk açıklandığı tarihte çok beğenmiştim. Son derece global, İstanbul Bienali’ne uygun bir tema. Bienalde yer alan birçok eserin temaya son derece başarılı bir şekilde uyum sağladığını söylemek mümkün ama hiçbir şekilde temaya uymayan, ya da benim uyduramadığım bazı eserlerin de yer aldığını belirtmek isterim.

Ben bienalde Pera Müzesi’nde yer alan eserleri mekanla daha uyumlu olmasından dolayı daha etkileyici buldum. Pera Müzesi’nin daimi sergileri arasında bulunan Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri sergisinden sonra 1911 yılında dünyaya gelen ve 2008’de yaşamını yitiren Amerikalı sanatçı Norman Daly’nin tüm detaylarıyla yer alan hayali dünyası veya İtalyan sanatçı Luigi Serafini’nin “hayal ürünü bir evrenin resimli ansiklopedisi”ni “okumak” bütünleştirici bir etkiye neden oluyor. Aynı şekilde Pera Müzesi’ndeki Kesişen Dünyalar salonlarını gezdikten sonra Polonyalı Piotr Uklanski’nin hem teknik hem de yaklaşım biçimi olarak sanki müzede yer alan serginin bir devamı hissini sağlaması etkileyici.

Yedinci Kıta’dan çıkış



Fazlasıyla akademik

Resim-Heykel Müzesi’nde (belki de binanın yeniliğinden dolayı) benzer etkiyi bulamadım. Hiç şüphesiz burada da etkileyici eserler vardı. Brezilyalı sanatçı Jonathas de Andrade’nin 37 dakikalık “O Peixe” (Balık) isimli videosu bence bienaldeki en önemli eserlerden biriydi. Mükemmel bir hikaye anlatımıyla Latin Amerika’nın sömürgecilik tarihini ve “acil meseleler ve huzursuzluklar”ını aktarıyor.

Ayrıca Deniz Aktaş’ın “Yokyerler” serisi, Dora Budor’un “Köken” serisi en etkileyici işler arasındaydı.

Bütün bu olumlu durumlara rağmen İstanbul Bienali’ni yeterince sanatsal bulmadığımı belirtmem gerekiyor. Fazlasıyla akademik, fazlasıyla “öğretici”, fazlasıyla “düz” bir bienaldi karşılaştığımız. Evet dünyadaki plastik atıklar büyük bir sıkıntı oluşturuyor, evet antroposen, kısaca insan çağı, ciddi bir problem ve önlem alınmazsa sonraki kuşaklar bundan çok daha fazla etkilecek, evet küresel iklim adaletine ihtiyacımız var, ama tüm bunlar sanat yoluyla anlatılacaksa daha farklı bir yaklaşım sergilenmeliydi. Hayal olduğunu biliyorum ama Türkiye’de başlayan Sıfır Atık Projesi’ne de yer verilmesi gerektiğini düşünüyorum.