Şebnem Burcuoğlu

Şebnem Burcuoğlu

sebnem.burcuoglu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İllüzyonist Harry Houdini, gazeteci Joseph Pulitzer, aktris Zsa Zsa Gabor, piyanist Franz Liszt ve model Barbara Palvin’in memleketi Macaristan’dayım.

An itibarıyla başkent Budapeşte’nin en havalı mekanı New York Cafe’de bir yandan latte’mi yudumlamakta, bir yandan da Budapeşteli gazeteci arkadaşımın Macar mitolojisiyle ilgili anlattıklarını dinlemekteyim. Mesela “Turul, anka kuşuna benzeyen, halkımıza önderlik etmesi için yeryüzüne gönderilen efsanevi bir kuştur” diyor. Bardağın dibinde kalan süt köpüğünü hüpletip lafa giriyorum: “Turul dediğin, bildiğin bizim Tuğrul. Tugi. Amma çok benzer yanımız var.”

Haberin Devamı

Tarih de gösteriyor ki hakikaten benzerlikler var Macarlar ve Türkler arasında. En başta tiplerimiz. O yüzden Budapeşte yollarını arşınlarken yabancılık çekmiyorsunuz. Genç nüfusun bir hayli yoğun olduğu bu “cool” şehrin güzelliğinin yanında iki şey beni mest etti, havalara uçurdu. İlki restoranları (çünkü can boğazdan gelir), ikincisi ise Budapeşte Opera ve Balesi (çünkü sanat ruhun gıdasıdır). Bu iki konuyu toplarsak Budapeşte’nin beni doyurduğunu söyleyebilirim.

“Kar Yağdı Sultan”

İç mimar ve ressam olan annem opera ve baleye pek düşkündür. Babamla ilgili olarak da hep şu örneği verir: “Baban bir kere operada uyumuştu” (takriben 34 yıl önce yaşanmış bir olay). Yargılamadan önce hele bir sor neden uyuduğunu. İlk olarak opera hakikaten uyutabilir. Hele ki böyle dört saatlik, üç perdelik, ağdalı bir operaysa of, bir melatonin salgılar ve “Gözlerimi kapatınca müziği iliklerimde hissediyorum” ayağına koltukta kaykılıp mışıl mışıl uyursun. İkinci olaraksa, bahsi geçen o akşam babam 12 saatlik uçak yolculuğundan gelir gelmez “Kar Yağdı Sultan” isimli operada almış soluğu. Tabii o yorgunlukla babamın üstüne karlar yağmış, tatlı bir uykuya dalmış.

Konumuza dönecek olursak Budapeşte Opera ve Balesi hiç de öyle uyutan cinsten değil. Operası da balesi de muhteşem bir prodüksiyonla sahneleniyor.

Ne seyrederseniz seyredin, nefesinizi tutuyorsunuz ve saatlerin nasıl geçtiğini fark etmiyorsunuz. En sevdiğim klasik edebiyat eseri olan “Anna Karenina” nın balesini yakalama şansına eriştim. Film
gibiydi, ilham vericiydi. Görmeden dönmeyin derim.

Haberin Devamı

Çek bir gulaş!

Geldik yeme-içmeye... Başkente adım atar atmaz soluğu Budapeşte Hayvanat Bahçesi’nde aldım. Neden? Çünkü benim kafam tersten çalışıyor. 1866’da kurulan hayvanat bahçesi dünyanın en eskilerinden. Yılda 1 milyon ziyaretçisi var. Hemen buranın yanında konuşlanan 1894 doğumlu Gundel restoran da haliyle ilk yemek durağım oldu. Çok zarif, çok klasik. Tanışma yıldönümüydü, çıkma yıldönümüydü, evlilik yıldönümüydü, hepsi Gundel’de gönül rahatlığıyla kutlanabilir.

Macarların parça dana etli klasik yemeği, Macarca “çoban” anlamına gelen gulaşı yiyecek en doğru noktayı bulduğumu da gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Mekanımızın ismi “Cafe Kör”. Üst kalite bir esnaf lokantası. “Atilla! Hop! Çek bir gulaş!” diyorlar, enfes bir gulaş yemeği geliyor önünüze. Diyet bozdurur. O derece.

İtalyan mutfağı konusunda Da Mario derim. Budapeşte’de ilk kiminle buluşacaksınız bilemem ama ilk buluşma için ideal bir mekan burası. Sıradaki mekanlar “Peki tatlı yemeyeyim mi?” diye soranlara gelsin. Yiyin tabii. Ya şu anda oturmakta olduğum, bir zamanlar Macaristan’ın en ünlü gazeteci ve yazarlarının uğrak noktası olan New York Cafe’yi ya da Cafe Gerbeaud’u tercih edin. Bu hayranlık uyandıran kafelerin içinde hayallere dalın.

Haberin Devamı

Yazımı Budapeşte’ye yakın günübirlik bir kaçışla noktalamak isterim. Sanat köyü Santendre’den söz ediyorum. Burada konuşlanan küçük aile restoranı Aranysarkany’de kendinize bir öğle ziyafet çekin. Macaristan’la ilgili hediyelik eşyalarınızı Santendre’nin dar ve sevimli sokaklarında bulunan dükkanlardan alın ve bu köye özgü olan badem ezmesini mutlaka tadın. Hele portakallı badem ezmesi bir harika.