Her kadının hayalidir ya prenses olmak, Japon prensesi Masako’nun hikayesi ise bunu çürütür nitelikte tam bir “Sevme kızım yanarsın” vakası.
Harvard ve Oxford Üniversitelerinden üstün başarıyla mezun oldu. İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca ve İspanyolca öğrendi. Kayakta ve teniste kimse eline su dökemedi. Dış işlerinin sınavına girdiği yıl başvuru yapan sekiz yüz kişi arasından ilk üçe girdi ve basamakları hızla çıkmaya başladı. Herkes ondan kitaplara geçecek bir kariyer bekliyordu ki o da bu beklentiyi boşa çıkarmayıp gerçekten kitaplara geçti. Diplomat olarak değil, imparatoriçe olarak.
Japonya’nın eski prensesi, yeni imparatoriçesi Masako Owada’dan söz ediyorum. Her kadının hayalidir ya prenses olmak, işte Masako’nun hikayesi bunu çürütür nitelikte tam bir “Sevme kızım yanarsın” vakası. Masako, geçtiğimiz gün Japonya imparatoru olan kocası Naruhito’yu sevmiş ama imparatorluk onu bir türlü sevememiş. Hatta imparatorlukla kurduğu (ya da kuramadığı) ilişki hep mahzun Prenses Diana’nın kraliyetle sınavına benzetilmiş. Düşünün ki bu benzetme bile bir yazar tarafından şu şekilde çürütülmüş: “Prenses Diana’nın yaşadıkları Masako Owada’ya eğlenceli bir piknik gibi gelecekti.”
Uyum bozukluğu
Düşünün kredi kartınız yok, “Ben bi tur atıp gelicem” deyip de saraydan kafanıza göre çıkamıyorsunuz, telefonunuzu gönlünüzce kullanamıyorsunuz, pasaportunuz yok, ayakkabınızın topuk boyuna, satın aldığınız çantaya, yediğiniz yemeğe bile müdahale ediyorlar. “Onlar” kim mi? Kunaiçolar. Yani imparatorluğun işlerini yürüten hapishane gardiyanı kılıklı devlet görevlileri. Onlardan habersiz sarayda kuş uçmuyor. Olmaz olsun böyle Kunaiço...
Hal böyleyken Masako’nun normal bir ruh halinde seyretmesini beklemiyoruz elbette. Prensesin sürüklendiği bunalıma “uyum bozukluğu” ismini veriyor Kunaiçolar. Prensle toplum içine çıkmamaya başlıyor, çocuk sahibi olmak için çok baskı gördüğünden bir düşük yapma suretiyle evlendikten tam sekiz yıl sonra ilk bebeği Aiko’yu kucağına alıyor. Fakat gelin görün ki bu bebek kız doğuyor. Yani bir adet “y” kromozomu yüzünden tahta geçme şansını doğuştan kaybediyor çocuk. İsveç’in, Norveç’in, Belçika’nın ve İspanya’nın gelecekteki taht varisleri hep kadınken, Aiko’nun on iki yaşındaki kuzeni Hisahito tahta geçmeye hak kazandı bile. Bunlar da yetmezmiş gibi evlenme çağına geldiğinde büyük bir sorunla daha karşı karşıya kalacak çünkü ailede Aiko’nun yaşı yaşına uygun bir erkek aday yok. Eğer halktan biriyle evlenirse royalliğini kaybediyor. Yani kızın prenses olmayı sürdürebilmesi için bildiğiniz yapayalnız kalması lazım. Zaten tüm bunlar üst üste binmiş olmalı ki Aiko’da ciddi bir yemek yeme bozukluğu çıkmış.
Göründüğü gibi değil
Düşünün bir yanda bir giydiğini daha da giymeyen, Kate Middelton’la aşık atmaya çalışan fıttırık elti Meghan var, bir yanda Masako. Onun hüzünlü hikayesini okurken nedense Diana’dan çok Monako’nun Güney Afrikalı prensesi Charlene geldi aklıma. Prens Albert ile evlendikten sonra prensesliğe kesinlikle alışamamış, halkın içine karışamamıştı. Bir de üzerine yıllarca veliaht doğurmak için uğraştı. En sonunda ikizleri oldu ama bu süreçte kızın ruh hali cidden bozuldu. Hatta bir kere saraydan kaçmaya kalktı. Eh herkes Kate gibi üç tane peş peşe doğurup konuyu kapatamıyor.
Bir Japon vatandaşı Masako için şunları söylemiş: “Eğer veliaht prens ile evlenmeyip Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya devam etseydi birçok Japon kadın için rol model olabilirdi. İnsanlar için onun görevi bir erkek bebek dünyaya getirmek olmuştu.” Prenses olursun mutlusun sanırlar. Öyle değil işte, dışarıdan ağzımızın suyu akarak izlediğimiz hiçbir şey göründüğü gibi değil.