İspanya’nın kuzeyindeki Bask bölgesi topraklarında doğan ünlü yazar Miguel de Unamuno, “İnsan kafasıyla düşünür, kalbiyle duyar ve midesiyle ister” demiş. Belki de bu bölgenin insanları gerçekten mideleriyle istedikleri için gastronomi konusunda Jüpiter’den bildiriyorlar. Bense yine bir son dakika organizasyonuyla kendimi Bask bölgesine giden uçakta buldum.
Bir bilinmeyene gidiyorum
Bir gün 17 derece güneşli, bir gün 7 derece sağanak gösterdiği için abuk sabuk bir valiz hazırladım. 12 kişilik seyahat grubumuzda sadece bir kişiyi tanıyordum. Nerede kalacağız, ne içip yiyeceğiz hiçbir fikrim yoktu ama huyum kurusun, bir bilinmeyene gitmenin hastasıyım. En baştan söyleyeyim, Bask bölgesi gezilmesi hiç de kolay bir destinasyon değilmiş. Dört saatlik uçak yolculuğuyla Bilbao’ya indik ve araba kiralayıp dört gün geçireceğimiz San Sebastian’a vardık. “San Sebastian ben selamet” dedikten sonra rezervasyon yapılan restoranlara gitmek için birer saat yol teptik. İstanbul’a dönmek için de dört saatlik araba yolculuğuyla Madrid’e gittik. Peki değdi mi? Bence fazlasıyla değdi.
İspanyol aristokratı
Atlas Okyanusu kıyısındaki San Sebastian (Bask dilinde Donostia) İspanya’nın en aristokrat, en şık şehri. Geçtiğimiz yıl Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş. Ünlü modacı Cristobal Balenciaga’nın memleketi. Yaş ortalaması 50. Gastronomi, caz, klasik müzik ve film festivali var. Hatta Yavuz Turgul ve Şener Şen’li “Muhsin Bey” filmi 1988 yılında festivalin büyük ödülünü kazanmış. İspanyolların küçük atıştırmalıkları tapas’a pintxos (pinços) diyorlar ki zaten kendilerini İspanyol olarak değil, Bask olarak tanımlıyorlar. Bizim kaldığımız deniz kıyısındaki Hotel Londres y de Inglaterra, Belle Epoque’un (Güzel dönem) en zarif binalarından biri. Sevgili kraliçeleri Maria Christina’nın ismini verdikleri bir başka enfes otel daha bulunuyor şehirde.
Bu bölgede tam bir Michelin yıldız çılgınlığı yaşanıyor. Arzak, Berasategui ve Akelare isimli restoranlar üçer Michelin yıldızını kapmış bile. Biz de dünyanın en iyi balık restoranı olarak bir Michelin kapmış El Kano’da kalkan, yine bir yıldızlı Etxebarri’de nefis bir et yedik.
Üç günde üç kilo alıp yanımda getirdiğim hiçbir kot pantolona giremedikten sonra “HİİİSSSYAAAĞN!” diye haykırarak Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’nde aldım soluğu. Hola (merhaba) Bilbao! Çılgın bir yağmur fırtınasının altında çorabıma kadar ıslanıp tam bir saat müzeye giriş sırasında bekledim. Peki değdi mi? Vallahi buna da değdi.
Bilbao’da çok da bir numara yok. Fakat tek bir müzeyle şehrin kaderi değişmiş. Sırf bu yapıyı görmek için her yıl bir milyondan fazla turist geliyor. 1997’de ünlü mimar Frank O’Gehry tarafından dizayn edilen Guggenheim’ın eksantrik dış cephesi titanyumdan inşa edilmiş ve 89 milyon dolara mal edilmiş. Yemeyi içmeyi sevenler için Bask bölgesi biçilmiş kaftan. Fakat bu yazıyı spor salonundan yazmakta olduğumu da eklemeden geçemeyeceğim. O üç kiloyu bir şekilde vereceğiz el mecbur.